16 Eylül 2017 Cumartesi

BÜYÜK UTANÇ "İHANET, KALLEŞLİK VE BEDHAHLARLA İŞBİRLİĞİNİN" 56. SENE-İ DEVRİYESİ


NÂHAK YERE CAN ALAN O MENFUR İDAMLAR..
Haber Makale: Hasan Emre OKTAY
İdam, yani insanları boynundan asarak öldürmek, ölüm cezalarının insan haysiyetine en aykırı olanı ve en ilkel şekillerinden biridir. Günümüzde yani 2017 yılında idam cezaları kaldırılmış durumdadır. Ülkemizde en son idam 1982 yılında Sinop Cezaevinde infaz edilmiş ve bu tarihten sonra, idam kararları kaldırılacağı 3 Ağustos 2002 yılına kadar hep bekletilmiş.
1950’den önce Türkiye’de idam cezası ibret olsun diye, alenen uygulanıyormuş. Meydanlardaki bu idamları seyreden insanlarda kim bilir ne ruhsal travmalar meydana geliyordu. Zira okuduklarımızdan veya çok yaşlı büyüklerimizden öğrendiklerimize göre, idamlar esnasında, sehpa kurulan meydanlarda bugün için inanılmaz ortamlar oluşurmuş. Bir eğlence seyreder gibi toplanan halkın arasında gazozcular, simitçiler, seyyar satıcılar dolaşırmış. Toplanan kalabalığın arasından yükselen konuşmalar, hatta kahkaha sesleri arasında, mahkûm edilen adamları asarlarmış. Demek ki, idamları kanıksamış bir zümre de varmış.
Çok anlamlıdır 1950-60 arasında, yani Demokrat Parti döneminde idam sehpaları hiç kurulmuyor. Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Türkiye Cumhuriyetine lider oldukları bu on yıllık süre, sehpasız tertemiz bir süredir. Bu süreyi Samet Ağaoğlu, ‘Arkadaşım Menderes’ kitabında şöyle tasvir ediyor,
“Hafızamda çok küçük yaşımdan beri yan yana sıralanmış, birçoğunu yakından tanıdığım, amca diye ellerini öptüğüm, devirlerinde gösterişli, bazısı azametli, bazısı ihtişamlı insanların asıldığı sehpalar var. Hemen hepsi siyaset adamı. Bunların en sonuncularından birinde Menderes ile beraber iki arkadaşım sallanıyor. Devirlere isimlerini takmış kudretler arasında yalnız onun, evet yalnız Menderes’in devrinde, böyle bir sehpa kurulmadı. Enver-Talat yıllarında, Atatürk-İnönü zamanında, Milli Birlik kıyametinde sehpalar siyaset hayatımızın adeta süsleri olmuşlardır.
Sadece "BAŞ VEKİL" Adnan MENDERES Devri (Cumhuriyetin Asr-ı Saadet Dönemi) Bu Zakkum Çiçeğini Yakasına Takmadı!
Ama kaderin garip cilvesi bu tertemiz dönemin lideri Menderes, Yassıada Mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı ve yakın iki arkadaşıyla birlikte, idam sehpasında hakkın rahmetine kavuştu.   
27 Mayıs macerasının sonunda meydana gelen trajik bu üç infaz, Türk Halkını derinden yaralamış, etkisini hala sürdüren ağır bir küskünlük yaratmıştır. İnfazlardan önce Yassıada’da, Yassıada zulmü esnasında da 10 tutuklu bakan, milletvekili ve bürokrat, işkence dâhil çeşitli şekillerde hayatlarını kaybettiler ve sebep olarak hemen hepsine kalp krizi raporu verilmiştir. Yassıada Mahkemelerinden 15 idam hükmü çıkmıştır ve bu hükümler gerekçeleri açıklanmadan, sanıkların yüzlerine okunmuştur. Türkiye Cumhuriyetimize büyük hizmetleri olan bu değerli insanlar, Başvekilimiz Adnan Menderes, Hariciye Vekilimiz Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Vekilimiz Hasan Polatkan, ne yazık ki, Yassıada darbe mahkemelerinde, bir hiç uğruna idama mahkûm olmuşlar ve infaz edilmişlerdir.
Yassıada mahkemelerinde idam gerekçesi olarak iki muğlak olay gösterilmiştir. Biri Tahkikat Komisyonu kurularak Anayasanın ihlali, diğeri Topkapı’da İnönü’yü öldürmeye teşebbüs. Bu iki gerekçe de anında çürütülmüştür ama nafile, zira darbecilerin amacı:
DARBECİLERİ AMACI NAHAK (HAKSIZ) YERE CAN ALMAKTIR. 
Şöyle ki, Menderes’in avukatları Yassıada’da Topkapı Davası devam ederken Divana, ‘madem İnönü’nün öldürülme niyetinden bahsediyorsunuz, o halde Sayın İsmet İnönü’yü çağıralım ve kendisine soralım, böyle bir girişim var mıydı? demişlerdir.’ Baş yargıç Başol’un insanlıktan, adaletten, vicdandan uzak cevabı ise şöyle olmuştur.
‘İsmet İnönü gibi mümtaz bir şahsiyeti buraya çağırmak haddinize mi?’
Hâlbuki İnönü şüphesiz bu celseyi dinlemiştir. Yassıada ya gelse ve dese ki,
“Evet, aramızda çok sert tartışmalar, mücadeleler oldu ama beni öldürmeye niyetlendiler, diyemem”
Ve eklese siyasi konularda ben idama karşıyım. O zaman idamlar büyük bir ihtimalle dururdu. Nitekim o tarihte Topkapı’da İnönü’nün arabasında olan Kasım Gülek mahkemeye gelmiş ve ifade vermiştir. Demiştir ki, ‘Topkapı’da Demokrat Partililer aleyhte sert nümayiş yaptılar ama elimi vicdanıma koyarak söylüyorum ki öldürmeye niyet yoktu, böyle bir izlenim almadım’  Bu ifadeden sonra rahmetli Kasım Gülek takdir edileceğine CHP’deki işi bitirilmiştir. Rahmetli babam Faruk Oktay Topkapı olayları cereyan ederken İstanbul Emniyet Müdürü idi. Evdeki anlatımlardan gayet iyi hatırlıyorum. Propaganda gezilerinden İstanbul’a dönmekte olan İnönü’nün arabasına, Topkapı’da nümayiş var gerekçesiyle tenha ve güvenli güzergâhlar ve koruma önerilmiş, ama İnönü asla kabul etmemiş. Topkapı’da kalabalıkların bulunduğu yere doğru arabası sürülmüş. İnönü’nün güvenliği için Dâhiliye Vekili rahmetli Dr. Namık Gedik’in nasıl emirler verdiğini ve Emniyet Müdür babam Faruk Oktay’ın, Belediye Başkanı rahmetli Kemal Aygün’ün, vali Ethem Yetkiner’in nasıl çırpındıklarını bizzat biliyorum.
Tahkikat Komisyonu kurulmasının Anayasayı ihlali konusu da bir trajedidir. Zira ihlal edildiği iddia edilen 1924 Anayasasının 22 maddesi şöyle, der (1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu),
“Sual ve istizah (gensoru) ve Meclis tahkikatı (soruşturma) Meclis’in cümle-i selahiyetinden (yetkisinden) olup tatbik şekli içtüzük ile kararlaştırılır”
TBMM İç Tüzük 177. Madde: “TBMM’nin resen (bağımsız olarak) bilgi almak istediği her çeşit konu hakkında bir tahkikat komisyonu kurulabilir.”
Kaldı ki, Tahkikat Komisyonu önerisi DP hükümeti tarafından Meclis’e sunulmuş ve Meclis tarafından kabul edilerek kanunlaşmıştır. Yine aynı Anayasanın 103. Maddesi,
“TBMM’den çıkmış olan kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz”
Zaten 1960 yılındaki bu Meclis Tahkikat Komisyonu önerisinden önceki önerileri inceleseniz, bu önerilerin hemen hepsinin CHP’den geldiği görülür. Diyorum ya bu suçlama trajiktir.
27 Mayıs ve Yassıada her yönüyle zulüm dolu bir faciadır. Her zaman söylerim Allah korusun bir düşman işgali olsa bu kadarını yapmazdı. Darbecilerin akıl hocalığına soyunan dönemin İstanbul Üniversitesi profesörleri, alelacele darbe yapan ve darbeden sonrada ne olacağını, ne yapacaklarını dahi bilmeyen, maceraperest darbeci subaylara sürekli yol göstermişlerdir. Bu yol gösteriş darbeyi meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Askerlere demişlerdir ki,
“Sizin ihtilalinizin meşru olabilmesi için, bunların suçluluklarının ortaya konması ve suçlu olarak ceza görmeleri icap etmektedir. Siz bunları cezalandırmazsanız, gayrı meşru duruma düşeceksiniz ve suçlanacaksınız. Yarın efendim meşru bir iktidara karşı, kanun dışı bir ihtilal yapmış olarak cezanız da idamdır. O halde haklı olduğunuzun ortaya konulması lazımdır. Bu da ancak bunların suçluluğunun bir mahkeme kararıyla tescil ettirilmesi ve;
HAKLARINDA CEZA UYGULANMASI İLE MÜMKÜN OLUR ”
Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da diyor ki,
“Şimdi eğer bunlar (DP’yi kastediyor) mahkeme edilmeyip de bırakılsalardı. O zaman ne olacaktı? Onu bir düşünün bakalım. Hemen bir punduna getirip bu zavallıları (darbecileri kastediyor), demokrasiyi kurmak için müdahale etmiş olanları, yakalayıp hadi Divan-ı Harbe, askeri mahkemeye, örfi idareye vesaire. O halde yine demokrasi kurulacak mıydı?
Bu ifadeleri, Demir Kırat Belgeselinde, bizzat General Cemal Madanoğlu’nun, Alpaslan Türkeş’in, Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun ağzından dinledik. İsteyenler hala youtube da bu belgeseli bulabilirler. Türkeş diyor ki,
“Biz Demokrat Parti yöneticilerinin İsviçre’ye gönderilmesi ve bir süre yurt dışında orada ikamet etmelerinin yeterli olacağı görüşündeydik. Hatta bu maksatla Dışişleri Bakanına da bir ön hazırlık için söylenmişti….”
Evrensel hukukun değişmez kurallarından biri de şudur. ‘Suçluluğu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur’ Ama başta Prof. Muammer Aksoy olmak üzere (o zaman Doçent) 27 Mayısçılar, yeni yeni kanunlar çıkartıp geçmişe uygulamak hukuk skandalını yaptıkları gibi, bu kuralı da bozmuşlardır. Demişlerdir ki, ‘Demokrat Partililer suçsuzlukları ispat edilmediği sürece suçludurlar. Haklarında karine (ipucu) vardır’ (Abdi İpekçi- Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü)
İşte bu hukuk profesörlerinin, hukuk dışı uyarıları ile Yassıada ve idamlara kadar giden süreç başlamıştır. Önce Yassıada tespit edilir, sonra yargılamaları yapacak Yüksek Adalet Divanı (YAD) kurulur ve daha sonra sorgulamaları yürütecek Yüksek Soruşturma Kurulu (YSK) oluşturulur. Bu kurulların üyeleri de titizlikle DP’den nefret eden kişilerden seçilir. YAD Başyargıcı Salim Başol, DP döneminde Yargıtay başkanı olmak istemiş ama olamamış ve bu yüzden Menderes’e şiddetle kırgın, kızgın. YSK Başsavcısı Altay Ömer Egesel Balıkesir’den DP milletvekili olmak istiyor, ancak aday adayı bile seçilemiyor. Zira basından eski haberleri karıştırırken gördük, bir erkek çocuğuna taciz davası var kayıtlarda.
YAD Üyelerinden Ferruh Adalı çok yakın bir aile dostumuzdu. Ankara’da iken hemen her yılbaşı ailece bir arada olurduk. Ama kaderin garip cilvesi Ferruh amca Yargıtay üyeliğinden Yüksek Adalet Divanı üyeliğine geçti, babam da Ankara Emniyet Müdürlüğü, Gümüşhane Valiliği ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünden Yassıada’ya geçti. Üzüntüyle hatırlarım 27 Mayıs’tan sonra Ferruh amca bir kere olsun bizi aramadı. Ona çok ihtiyacımız oldu ama herhalde korkudan olsa gerek telefon dahi etmedi. Ancak kendisi mahkemeler başladıktan bir süre sonra, sağlık nedenlerini ileri sürerek YAD’dan azlini istedi ve ayrıldı. Muhakkak ki, Yassıada Mahkemelerinin kararlarının, özellikle idam kararlarının sümen altında bekletildiğini ve tüm celselerin darbeyi meşrulaştırmaya yönelik bir tiyatro olduğunu anlamasından dolayı ayrılmıştır.
Bize göre sol başta o zaman Yargıtay üyesi Ferruh Adalı, Ankara Emniyet müdürü babam Faruk Oktay, Ankara Emniyet Müdür Muavini İsmail Küntay, diğer şahısın Merkez Kumandanı olduğunu hatırlıyorum.
Bize göre, sol başta oturan Ferruh Adalı, 1957 yılbaşı, en sağda Adalı’nın iki oğlu görülüyor
27 Mayıs’tan sonra hiçbiri, bir kerecik olsun kapımızı çalmadılar. Demek ki, iyi gün dosalarıymışlar.
Darbenin beş generalinden biri olan Cemal Madanoğlu da, doğduğum Kalamış’ta apartman komşumuz imiş. Babamın da hem Harp Okulundan hem de Kurmay okulundan sınıf arkadaşı. Tahmin edersiniz darbeden sonra o da hiç aramadı, bizi tanımadı. Madanoğlu hiç evlenmemiştir. Madanoğlu’nun babası da 150’liklerdendir. 150’likler Kurtuluş Savaşı sonrası, cumhuriyet hükümetinin işbirlikçi ilan ederek Türkiye’den sürdüğü insanlar.  
Rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay Yassıada’da, Yüksek Adalet Divanı’na, DP’nin aleyhinde malzeme toplamaya çalışan, Yüksek Soruşturma Kulununun sorgulamaları sırasında işkence altında hayatını kaybetmiştir. Yassıada’nın ünlü Bizanslardan kalma ölüm zindanına, dövülerek atılan babam, orada üç gün tutulmuş ve 52 yaşında bir hiç uğruna, yalan söylemediği, Menderes’e iftira atmadığı için acılar içinde ölmüştür. Yassıada sorgulama gerçeğini, DP Hükümeti bakanlarından Nuzhet Kirişcioğlu anılarında açık seçik ifade etmiş,
“Yassıada’da dayaktan zindana, ışıklı oda sorgulamalarından, kayalıklardan baş aşağıya adam sallandırmaya kadar akla gelen ne varsa yapılmıştır… Yassıada kumandanı ve ekibi, llahsız Gardiyan lakaplı Yarbay Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların kanunda yeri bulunmadığı ve delil de elde edilemeyeceği kanaatine sahip olduğu içindir ki, ikrar veya atfı cürüm (iftira) elde edebilmek için Egesel ile el ele her kötülüğe başvurmuştur. İlk dayaklar 28-29 Nisan Öğrenci olaylarında öldüğü iddia edilen talebelerin mevcudiyetini söyletmek ve olmayan cesetlerin yerlerini öğrenmek için atılmıştır. Birçok emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş, İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Fakat ceset bulunmadığı anlaşıldıktan sonra da zulüm sürdürülmüştür…”    
İKİ RESİM ARASINDA AY FARKI VAR, BİZE GÖRE SAĞDAKİ RESİM YASSIADA’DA ÇEKİLMİŞ BABAMIN BAVULUNDAN ÇIKTI SAĞ KAŞINDAKİ YARALARI SAKLAMAYA ÇALIŞAN RÖTÜŞLERE DİKKAT ÇEKERİM
BİZE GÖRE SOL BAŞTA İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRÜ BABAM FARUK OKTAY, BAYAR VE MENDERES’İN GÜVENLİĞİ İÇİN HEP YANLARINDA  
Yassıada Mahkemesi hükümlerini açıkladıktan sonra, müebbet hapis cezasına çarptırılan sanıklar da, idam cezasına mahkûm olanlar gibi İmralı adasına götürülüyorlar. Niyet 70-80 kişi asmak. Sanıklar adadaki hapishaneye götürülürken, kazılı 66 mezar çukurunu görecek şekilde yürütülüyorlar, gözlük dâhil her türlü eşyaları alınıyor, kravatları çıkarılıyor ve bir grup eller arkadan kelepçeli diğer grup önden kelepçeli 9 saat, başlarına ne geleceğini bilmeden bekletiliyorlar. Elleri arkadan kelepçeli olan Emin Kalafatın Londra uçak kazasından dolayı bir kolu kısa ve sakat kaldığı için açı içinde kıvranıyor, saatlerce inliyor.  Lütfen empati yapalım, o durumda insan neler hisseder? Biraz sonra asılacak mısınız yoksa cezanız gerçekten müebbet mi bilmeden, başınıza biraz sonra neler geleceğini bilmeden azap içinde beklemek.
Gazeteci Mithat Perin, İmralı Olayını şöyle tanımlamış,
“Sehpadan dönenlerle, ölümden dönenlerin buluşması”
Gerçekten çok anlamlı bir yorum. Sehpadan dönenler, idama mahkûm olup mahkûmiyetleri müebbede çevrilenler. Ölümden dönenler ise, müebbet hapise mahkûm edilmiş olmalarına rağmen, ölüm botuyla infaz adası İmralı’ya götürülenlerdir.
SEHPADAN DÖNENLER BU ŞEKİLDE 9 SAAT BEKLETİLİYORLAR, BİZE GÖRE SOL BAŞTA AHMET HAMDİ SANCAR, ORTADA NUSRET KİRİŞCİOĞLU VE İBRAHİM Ö. KİRAZOĞLU 
RAHMETLİ EROZAN'IN SAĞ YANINDA GÖRÜLEN DELİK, HELA ÇUKURUDUR.
9 SAAT BOYUNCA O DELİKLERDE, ELLER ARKADAN BAĞLI İHTİYAÇ GİDERMEYE
ÇALIŞMIŞLARDIR. 
Bu 9 saat süre içinde koğuşlara arada bir gardiyanlar girip, eller bağlı olduğu için, mahkumların  ağızlarına peynir ekmek, çay vermeye çalışmışlar. Bir süre sonrada koğuşları keskin alkol kokusu kaplamış zira Yassıada kumandanı Allahsız Gardiyan lakaplı Yarbay Tarık Güryay ve darbeci subay arkadaşları, adada kurdukları içki sofrasından kalkıp, mağrur bir şekilde koğuşları dolaşmışlar. Müebbet hapis hükümlülerinden DP İstanbul milletvekili Muhlis Erdener o geceyi şöyle anlatıyor (Mitahat Perin, İdamların İçyüzü, 1970),
“Ellerim kelepçeli olduğu halde, o gece 23.00’da bir kalp krizi geçirdim. İnliyor, doktor istiyordum. Bir müddet sonra Yassıada Kumandanı Tarık Güryay içkili olarak, yanında birçok subayla geldi. Dili ağzında zor dönüyordu. Biz infazın yapılacağını derhal anlamıştık. Yanıma geldi. Gerdanımdan okşayarak, Erener, dedi, ‘ipten kurtuldun ama memleket menfaati için beş Erdener, otuz Erdener ölmüş ne olur sanki?’ Bu arada şaşkın bir halde bulunan Sezai Akdağ, ‘çok doğru, çok doğru’ deyince, Güryay ona döndü ve uzat ellerini diye emir verdi. Sezai uzattı. O her zaman elindeki sopa ile iki defa kelepçeli ellerine vurdu. Tarık Güryay’ın bu anormal hali üzerimizde daha büyük bir tedhiş havası estirdi.”
Yassıada’nın, İmralı’nın çilesini çekmiş olanların anlatımlarını içeren aynı kitaptan devam ediyorum,
“Hasan Polatkan, vücut zafiyetinin bitkinliği içinde mütevekkil ama vakur hücreye konulduğu andan itibaren sessiz beklemişti. (Yassıada’da müebbet hükmü alanlar bir koğuşta, idam hükmü alanlar ise heladan çevirme hücrelerde ayrı ayrı bekletilmekteler y.n.) İdamların infazından biraz önce ölüm hücrelerinin kapılarını ardına kadar açmışlar ve sonra birer birer kapatmışlardı. Fatin Rüştü Zorlu’nun götürülüşü sırasında ise kapılar açık değildi. Sonra bir ara yine açılmıştı ki, dar koridorda duyulan dik bir ses ‘5 numaranın kapasını kapat’ emrini vermişti. Beş numaralı ölüm hücresinde Agâh Erozan vardı. Ondan öncekinde, yani 4 numarada ise Hasan Polatkan. Erozan yanındaki kapının açıldığını ve heyecanlı bir sesin ‘Hasan bey sizi başka bir yere nakledeceğiz’ dediğini anlatmıştır. İşte bu sırada Agâh Erozan 6 numaralı hücredeki Kirazoğlu’na oldukça yüksek sesle bağırmıştı. Kiraz infazlar başladı… Kirazoğlu’da ona mukabele etmişti. Agâh Kuran’a başla! Her ikisi birden Kuran okumaya başlamış ve hücrelerin bulunduğu yeri ilahi bir hava kaplamıştı…”
27 Mayısçıların esas niyetinin tam bir katliam yapmak olduğu, adada kazılan mezarlardan ve darbeci subayların 1965 yılına kadar yaptıkları söyleşilerden anlaşılıyor. Daha sonra 1965 yılında, yapılan seçimleri, Menderes misyonunu sürdüreceği propagandasını yapan AP tek başına iktidar olacak çoğunlukla kazanınca, hele hele 1969’da darbecileri koruyan ‘Tedbirler Kanunu’ ve 1980 darbesi ile de ‘Tabii Senatörlük müessesesi’ kalkınca, 27 Mayısçıların ifadeleri çok değişmiş, hepsi birer insan hakları savunucusu kesilmişlerdir..
Bilindiği gibi Yassıada’da hükümlerinin, infazların onaylanması veya onaylanmaması yetkisi Milli Birlik Komitesindedir. Komite karar vermek için Ankara’da toplanır. Mahkeme dosyaları bir jet ile Ankara’ya komitenin önüne getirilmiştir. Anılardan öğrendiğimize göre komite mensupları masanın üstüne konan Yassıada Mahkemeleri dokümanlarına ellerini bile sürmezler. Aralarında tartışırlar. Sonuçta Yüksek Adalet Divanının oy birliği ile verdiği 4 idam hükmü onaylanır. Celal Bayar’ın hükmünü de yaşı 65’i geçtiği için müebbette çevirirler. Hâlbuki darbeciler 27 Mayıs’tan hemen sonra TCK’da değişiklik yaparak idamlar için 65 yaş sınırını kaldırmışlardı. Bu karar şüphesiz ki, Celal Bayar’ın idam edilebilmesi için alınmıştı. 27 Mayıs darbesini destekleyen, savunan ve 1961 Anayasasını yapan profesörler kurulundan Prof. Dr. Muammer Aksoy, 1975 yılında Nazlı Ilıcak ile yapılan bir söyleşide (N. Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor), infazlarda 65 yaş sınırının kaldırılması hususunda insanı dehşete düşüren şu açıklamaları yapmış. Bu açıklamalar yapıldığı zaman yıl 1975, yani darbecilerin ve destekçilerinin yaptıkları işi devrim addettikleri ve kendilerini birer kahraman olarak gördükleri bir dönem. Bu gün bizi dehşete düşüren bu tür birçok açıklama o zaman gururla, mağrur bir şekilde söylenmişti. Birde dikkatinizi çekerim, her konuşan şahıs olayların bizzat faili olduğu halde, kendini aklamaya çalışmıştır. Prof. Muammer Aksoy,
“Biz infaza ilişkin olarak 65 yaşını bitirenler lehine öngörülmüş kanun hükmünü, Celal Bayar’ı ölümden kurtarmak için kabul ettik. Bunu bir şekilde bilin. Gerçeği söylüyorum size. Milli Birlik Komitesinden hatırladığıma göre Orhan Erkanlı gelmiş bize demişti ki, ‘siz bu 65 yaş meselesini değiştirmezseniz, adalet tecelli etmeyecektir, engellenecektir. Çünkü 65 yaşını bitirmiş durumda olan Celal Bayar, bütün suçları üstüne alıp, ne varsa ben yaptım diyecektir. Bütün herkesi suçlarından azade hale getirecektir. Bunu önlemek ve gerçek durumun ortaya çıkmasını sağlamak için, içimizden falan şahıs Celal Bayar’ı vuracak ve ondan sonra da intihar edecektir.’ Bize böyle söylemişlerdir. Bu bizde dehşet havası yaratmıştır. Bütün her şeye rağmen, biz hiçbir zaman herhangi bir şahsın öldürülmesini istememişizdir. Özellikle Celal Bayar’ı ölümden kurtarmak için o hükmü koyduk. Aksi halde Celal Bayar öldürülecekti. Hiç değilse, o zaman Milli Birlik Komitesi üyelerini, söylediklerini yapabilir güçte görüyorduk. Belki yapardı, belki yapamazdı. Sonradan gittikçe zayıfladı başka. Bunlar konuşulduğu zaman, Milli Birlik Komitesi isterse yıldızları filan yere getirebilecek güçte görünüyordu.”
Rahmetli Adnan Menderes niye idam edildi diye merak eden gençler için belirtelim. İdamların asıl sebebi Makyavelist bir yaklaşımda yatmaktadır. Makyavel, ‘Hükümdar’ adlı eserinde der ki,
“İnsanları ya okşayacaksın ya da ortadan kaldıracaksın. Çünkü vereceğin ceza hafif olursa, kişi veya kişiler senden intikam alır. Ama ağır ceza verirsen başlarını kaldıramazlar.”         
İşte darbeciler, özellikle Menderes’in halkın gözündeki engin değerini biliyorlardı. Eğer Menderes’i ortadan kaldırmazlarsa, bir gün tekrar ülkenin başına geçeceğine şüphe yoktu. Ya kendilerinden intikam almaya kalkarsa, diye bilinçli veya bilinçaltı düşünüldü.
Derler ki, İsmet Paşa idamları önlemek için, Berin Menderes’in ricası üzerine Devlet Başkanı mevkiindeki Orgeneral Cemal Gürsel’e bir mektup yazmış ama mektubun yararı olmamış ve İsmet Paşada üzülmüş. Bu üzülme yalanı beni çok üzer. Zira İsmet Paşa eğer idamların yapılmasını gerçekten istemiyor idiyse niçin zamanında bir basın toplantısı yaparak, görüşlerini Türk Halkına ve darbecilere haykırmadı da sessiz sessiz köşesinde olayları seyretti. Hele hele bir de darbeden 5 sene sonra sanki darbeye karşıymış gibi, Celal Bayar için ‘kuyuya düşen adamı kurtaracağım’ diyerek, halkın baskısıyla çıkacağı kesin olan af konusuna sahip çıkan beyanatlarda bulunması, darbeyi ateşli bir şekilde desteklemiş olan Prof. Muammer Aksoy’u bile çileden çıkarmış ve 5 Kasım 1969’da ‘Siyasi Haklar Oyunu ve Sonuçları başlıklı bir yazı yazmıştır. Aksoy’un yazısından aktarıyorum,
“Demokrat Partilileri iktidarda iken ve iktidardan düştükten sonra daima ağır bir dille suçlamış olan İnönü’nün şimdi ağız değiştirmesini anlayamıyorum.
MİLLİ BİRLİK ÜYELERİ, YASSIADA HÜKÜMLERİNİN TASDİKİNDE TEMSİLCİLER MECLİSİNİN YETKİ SAHİBİ OLMASINI TEKLİF ETTİĞİ HALDE, İSMET PAŞA BUNU RET ETMİŞ VE BAŞLADIĞINI İŞİ TAMAMLAYIN DİYEREK, İNFAZLARIN CHP’NİN HEMEN HEMEN TAMAMINI TEŞKİL ETTİĞİ TEMSİLCİLER MECLİSİNE GEÇMESİ İMKÂNINI (YANİ İDAM KARARLARININ KENDİSİ EVET DEMEDİKÇE İNFAZ EDİLMEME İMKANINI) KENDİ ARZUSU İLE ORTADAN KALDIRMIŞTIR.
Sonuçta İmralı’daki dramı haklı gösterecek en ufak sebep bulmak imkânsızdır.
Ancak niyetlerini belirtik ya, niyet:
NAHAK YERE CAN ALMAKTIR.
Rahmetli Menderes, bir süredir biriktirdiği uyku ilaçlarını birden içrek intihar girişiminde bulunmuş, ancak ölmeden durumu koma halinde iken fark edilmiş. Bu yüzden Menderes İmralı’ya Zorlu ve Polatkan’ın infazının ertesi günü öğleye doğru götürülmüştür. Menderes’in komadan çıkmasına en çok Yarbay Tarık Güryay sevinmiş. Bu sevincin sebebini Yassıada’nın telefon santralinde çalışan Mehmet Kabak’ın anlatımından aktarıyorum. (Posta Gazetesi, Yüzbaşı Kazım Çakır’ın anıları),
“Tarık Güryay beni arayarak Menderes’in avukatlarını ve doktorunu telefonla bağlamamı istedi. Ben suç olmasına karşın hattan ayrılmadım (Güryay’ın konuşmasını dinliyor y.n.) Avukatlarına, ‘Doktorları hemen adaya getir. İt oğlu iti ipte görmek istiyorum. Ölmemesi gerekiyor.’ İntihar ettiğini o zaman anladım.”
İMRALI’YA ÇIKIŞ: RESİMDE MENDERES’İN SAĞ KOLUNDA ‘KASTRO TUĞRUL’ LAKAPLI ÜSTEĞMEN VAR BAKIŞLARINDAN DAİMA HINÇ AKTIĞINI, HAKARET FIŞKIRDIĞINI YASSIADA’DAN SAĞ KURTULANLARIN ANILARINDAN ÖĞRENDİK. SANKİ MENDERES KAÇACAKMIŞ GİBİ KOLUNA GİRMİŞLER. O GÜN BU RESİMDE
GÖRÜNMEK İÇİN ÇIRPINANLAR, BU GÜN BU GÖRÜNTÜLERİNDEN UTANÇ DUYUYORLAR.
Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın infaz edildikleri İmralı adası hapishane müdürü rahmetli Ahmet Acarol, İmralı Belgeselinde kendi ağzından anlatıyor ve İmralı’ya çıkan 200 kadar thomson’lu (makineli tabanca) subaydan bahsediyor. Niye hepsi değil de üç kişi asılıyor diye baskı yapmışlar ve onları yatıştırmak çok zor olmuş. Zaten İmralı’da 60 kadar mezar hazırlandığını belirtmiştik. İmralı Belgeselini youtube’da bulup bütün bunları dinlemek mümkün. Belgeselde Acarol, ‘infaz tamamlandıktan sonra rahmetli Menderes’in naaşını en son ben gördüm. Artık kefenlenip gömülecekti. Vücudunda sigara söndürmüşler, göğsü bir değil, beş değil kabuk bağlamış sigara sönüğü yaraları ile kaplıydı’
"ŞEHİT BAŞVEKİL ADNAN MENDERES GERÇEKTE İDAM EDİLMEMİŞ; ALÇAKÇA VE HUNHARCA KATLEDİLMİŞTİR" (DK)
Menderes gerçekte idam edilmemiştir, katledilmiştir. Çünkü infazların esasları yazılıdır. İnfaz dünyanın bütün ceza kanunlarında sabaha karşı gerçekleştirilir. Menderes ise öğleye doğru, aşağılamaya devam etmek için anüsten prostat muayenesi yapıldıktan, yemeği yedirildikten sonra saat 13,23’de alelacele infaz edilmiştir. Bu işlem Türk Milleti olarak ne geleneklerimize uyar ne de yasaldır. Selçuklu-Osmanlı tarihinde de, Cumhuriyet tarihinde de öğle saatlerinde yapılan bir infaza rastlanmamıştır. İnfazlar sabaha karşı tan olayı esnasında yapıla gelmiştir.
İnfaz saatleri ile ilgili kanun; Ceza infaz hukuku, idamların nasıl infaz edileceğine dair hüküm vaz etmiş (Cumhuriyet Savcı Yardımcısı A. Rıza Mengüç, Ölüm Cezasının İnfazı),
“Ölüm cezası güneş doğmadan evvel infaz olunur (tüzük 64) Böyle bir hazırlığın başlayabilmesi için mahkûmiyet hükmünün onandığını ve yerine getirilmesine karar verildiğini gösterir kesinleşmiş şerhini havi ilamın, mahkemesinden Cumhuriyet Savcılığına tevdi edilmiş olması gerekir.”
İmralı adasındaki infazların uygulama tekniği de son derece ilkeldir. Zira infazlarda önemli olan ani bir düşüş ve boyun kemiğinin kırılmasıdır. Boyun kemiği kırıldığı anda ölüm gerçekleşir. Bu sonuca hemen varmak içinde resimde görülen manivelalı sistem kullanılmalıdır. Kolu çekince ayakaltındaki kapak bir anda açılıyor ve tüm vücut ağırlığı ile boyun kemiğini kıracak ani düşüş sağlanıyor. Hâlbuki Zorlu, Polatkan ve Menderes’e derme çatma bir darağacı kurulmuştur. Sarhoş bir cellat ayakların bastığı sandalyeye tekme atıyor, kim bilir belki de ilk tekmede sandalye ayakaltından gitmiyor, bir tekme daha, derken boyun kemiğinin kırılması mümkün değil. Ölüm en acı verici şekliyle, boğulma suretiyle uzun sürede geliyor. Nitekim infazı seyredenlerden duyuyoruz, Menderes ipte can çekişirken ayağından bir ayakkabısı fırlamış.
NE DİYELİM ALLAHTAN BULSUNLAR..
İDAM SEHPASI BÖYLE OLMALIDIR, İMRALI’DAKİ GİBİ DEĞİL DARAĞACININ EN İLKEL, DOLAYISIYLA EN ACI VEREN ŞEKLİ    
Yassıada’da görevli 120 askerden biri olan Muzaffer Erkan, İmralı’daki infazlara da görevli er olarak götürülmüş, dolayısıyla tanıklık etmiş. Kendi ifadesiyle korkudan yıllarca susan Erkan, nihayet 75 yaşında konuşmuş. İzmir’de yaşayan Muzaffer Erkan çekirdekten Cumhuriyet Halk Partiliymiş. Zaten öyle olmasa Yassıada’da görevli olarak asla seçilmezdi. Erkan, idamlara çok üzülmüş ve günlerce yemek yiyememiş. Muzaffer Erkan,
“O anlar, gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi, kâbus görüyordum hep”
İmralı’da 66 mezar yeri kazıldığını söyleyen Erkan, Zorlu’nun infazdan önce 2 rekât namaz kıldığını ve cellat’a lüzum duymadan kendi kendini astığını söylemiş ve eklemiş,
“İdam günü ayağa kalkamayacak kadar hasta olan Menderes’in burnuna ve ağzına merhem sürülerek canlandırıldı… İdam öncesinde misafir odasında bir parça şeftali yedi. İdam edildiğinde şeftalinin suyu beyaz kefeninin üzerine aktı. Başsavcı Egesel, idam fermanını okuduktan sonra dalga geçer gibi, ‘Ya Menderes gördün mü, nerelere kadar düştün’ dedi… Menderes’e son arzusu sorulduğunda dini telkin için orada bulunan hoca ile yalnız kalarak görüşmek istedi. Ama bu isteği kabul edilmedi… Menderes ipte 45 dakika bekletildi. İpte sallanan Menderes’e doğru yaklaşan cellat, onun rugan ayakkabılarına baktı, ‘bu ayakkabılar benim olacak’ dedi.
İnfazın ertesi günü de bir icra memuru ve iki asker, Zorlu, Polatkan ve Berin Menderes’in evlerine giderek aileden, ip parası, cellat parası (150 TL.), kefen parası ve Yassıada’da yenen yemeklerin parasını tahsil etmişlerdir. Rahmetli Aydın Menderes, bu olayla ilgili sorulan bir soru üzerine son derece üzgün bir şekilde, maalesef doğru diye cevap vermişti.
27 Mayıs darbesi ve zulümlerin müsebbipleri, hala yargılanmamıştır ve tüm cinayetler, Dr. Namık Gedik’in intihar süsü verilen cinayeti, babam Faruk Oktay’ın ağır bir şekilde dövülerek, Bizanslardan kalma zindanda ölüme terk edilmesi dâhil, cezasız kalmıştır. Diyorum ya Allahtan ümit kesilmez, inşallah bir gün 27 Mayıs yargılanacaktır.
Geçen sürede İlahi Adalet her zamanki gibi kararlı ve sessizce yerini bulmuştur.
Zira Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Ankara Celal Bayar Bulvarı, İzmir Adnan Menderes Havalimanı, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın Adnan Menderes Bulvarı, Aydın Dr. Namık Gedik üst geçidi, Adana Adnan Menderes Bulvarı, Antalya Adnan Menderes Bulvarı, Samsun Adnan Menderes Bulvarı, Kütahya Menderes Bulvarı, Mersin Adnan Menderes Bulvarı, Osmaniye Adnan Menderes Bulvarı, Rize Adnan Menderes Bulvarı, Siverek İnönü Bulvarı Adnan Menderes Bulvarı olarak değiştirildi, İstanbul Adnan Menderes Bulvarı, İstanbul Vatan Caddesi Anıt Mezar ve başkaları gibi, kadirşinas halkımızın teveccühünü somutlaştıran tesisler yurdumuzun her köşesinde yer almaktadır. Diğer taraftan halkımıza, 27 Mayıs’ı yapan ve kasım kasım kasılan mağrur, kendilerini kerametleri kendilerinden menkul devrimciler addeden darbeci subaylardan üçünün adını sayın deseniz kimse sayamaz. Örneğin Emanullah Çelebi, Selahattin Özgür, Muzaffer Karan, Rıfat Baykal kim diye sokakta insanlarımıza sorsanız, bu isimleri kimse tanımaz. Hâlbuki bunlar bir zamanlar kendilerini birer kahraman devrimci zanneden, Milli Birlik Komitesi üyeleridir. Bunları artık kendi silah arkadaşları bile hatırlamıyorlar. Ama öte yanda Tevfik İleri’nin, Namık Gedik’in, Celal Yardımcı’nın, Samet Ağaoğlu’nun, Fatin Rüştü Zorlu’nun, Hasan Polatkan’ın, Adnan Menderes’in, Celal Bayar’ın isimleri Türkiye’de hala yaşamaktadır.
Asılan Adnan Menderes’in bedeninde Türk Halkının iradesidir.
Lokman Suresi, 16. Ayet,
"Yaptığın iyilik veya kötülük bir hardal danesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır”
SİZİ HİÇ UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ…                               17 Eylül 2017, Fenerbahçe
HASAN EMRE OKTAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder