27 Aralık 2014 Cumartesi

ERGENEKON KAVGASI: Medya organlarında yer alan iddialara göre “Eski Gülenci Hürriyet Yazarı” Stratfor’a anlatmış: Erdoğan ve Gülen Ergenekon için kavga etti. Erdoğan geri adım atmak istedi, Gülen direndi…

ERGENEKON KAVGASI
“Eski Gülenci Hürriyet Yazarı” Stratfor’a anlatmış: "Recep Tayip Erdoğan ve Fethullah Gülen Ergenekon için kavga etti. Erdoğan geri adım atmak istedi, Gülen direndi…"
Stratfor’un Türkiye uzmanı ikilisi Reva Bhalla ile Emre Doğru, Gülen cemaati ile ilgili birinci elden bilgiler almak için 2010’un başında “Eski Gülenci Hürriyet köşe yazarı” olarak adlandırdıkları kişiyle görüşüyor. Bhalla, köşe yazarını şöyle anlatıyor: “Hareketin içinde yoğun bir şekilde bulunduktan sonra aslında Gülen’den kaçan bir adam. Şimdi özgürlüğün tadını çıkarıyor, fakat içeride işlerin nasıl yürüdüğü konusunda da tonlarca bilgisi var. Doğal olarak bu da onu epey paranoyak yapıyor” diye tanımlamış.
Kendisiyle ilk önce, mezunlar günü vasıtasıyla bağlantı kurduğunu yazan Emre Doğru biraraya gelmiş [Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi Fakültesi, eski adıyla Mülkiye mezunu]. İlk kez tanıştıklarını ve sohbet sırasında aralarınaHürriyet’in finans servisinden bir gazetecinin de katıldığını belirten Doğru,18 Ocak 2010 tarihli yazışmasında görüşme ile ilgili şunları aktarmış: “Cemaat bünyesinde hiyerarşinin çok katı olduğunu söylüyor. Hücre örgütlenmesi şeklinde çalışıyorlarmış. Ben beş kişiden sorumluyum. Bir başkası da, benim seviyemde beş kişiden sorumlu, vs. Üst düzey Gülenciler de hepsinin ‘vesayeti altındakilerin’ maddi durumu ve sağlığıyla ilgili bilgi alıyor. Onlara kafa tutabilecek buna benzer bir teşkilat yok. Polisin içinde çok güçlüler. Ayrıca (bu sadece kişisel bir görüş) yargı sisteminde de daha fazla Gülenci yargıç olması için çalışıyorlar. [...] Esas mâli tabanını küçük ölçekte Anadolulu işadamları ve esnaflar oluşturuyor. Genç Gülenciler para toplamak için onları düzenli olarak ziyaret ediyor.”
Erdoğan Gülen’i sevmiyor
 Doğru, köşe yazarının AKP-Gülen ilişkisiyle ilgili söylediklerini de şöyle anlatıyor: “Gülen ilk defa resmen bir siyasi partiyi destekliyor. Ancak Erdoğan onu sevmiyor (ya da nefret ediyor). Bütün ilişkileri karşılıklı çıkar üstüne kurulu. Gülen’in güçlü bir siyasi partiye ihtiyacı var, AKP’nin ise geniş bir siyasi desteğe. Ergenekon konusunda büyük kavgaları olmuş. Bir noktada, Erdoğan işlerin mahvolabileceğini düşünerek biraz geri adım atmak istemiş. Fakat Gülen davayı genişletmek konusunda ısrarcı davranmış. Eskiden cemaatin tüm söylemi ‘hoşgörü’ üzerine kuruluymuş. Ama şimdi, kendilerini desteklemeyene merhamet göstermiyorlar. Hedef gösteriyorlar ve yok ediyorlar. Cemaat daha saldırgan davranıyor.”
Cemaatin medya planı
Bahsi geçen köşe yazarı, Doğan medya grubunun satılmasını ise Gülen hareketinin tüm medyayı ele geçirme planı gibi değerlendirmiş. Emre Doğru, konuşulanları şöyle özetlemiş: “Vergi cezasının ardından Doğan medyasının başı büyük dertte. Aydın Doğan hapse bile atılabilir. Bir ay kadar sonra, Doğan’ın sahibi olduğu bütün gazeteler (Hürriyet dışında) satılacak. Müşteri için karar kılındı: Koza Grubu. Koza Grubu Gülenci ve Gülen cemaatinin medyaya tahsis edilen bütçesini idare etmekten sorumlu. Türkiye’nin en meşhur genel yayın yönetmeninin (Hürriyet) yerine 25 yıldan sonra başka biri getirildi. Bu gazetelerin yönetim kurullarının hepsi değişti. Doğan ailesi üyelerinin yerine ‘profesyoneller’ geldi. Vergi ve diğer şeyler bu büyük stratejinin sadece bir parçası. Bu operasyonun ardından, Türk medyasının yaklaşık yüzde 70- 80’i Gülen’in eline geçecek. Yalnızca bir ay kaldı (Neden laik iş grupları buna tepki göstermiyor diye soruyorum). Hepsinin derdi para ve hiçbiri AKP ile savaşa girmek istemiyor.”
Orduda bir kuşak Gülenci var
Aynı köşe yazarı bundan iki hafta sonra Doğru’nun üstü Bhalla ile, yazışmadan anlaşıldığı kadarıyla Amerika’da biraraya gelmiş. Bhalla da 3 Şubat 2010 tarihli yazışmasında yine çok önemli bilgiler elde ettiğini belirterek şunları yazmış: “Bana çalışmam için Gülen ile ilgili tüm bilgileri ve içeride işlerin nasıl yürüdüğünü anlatmayı kabul etti (çok heyecanlandım). [...] Konuştuğumuz en ilginç şeylerden biri İslamcıların orduya nasıl sızdığıydı. Bu çok sık duyduğunuz ve askerlerin sürekli abarttığı düşünülen bir şey. Fakat göründüğü kadarıyla Gülenciler TSK’yı yiyip bitirmişler. Her şey gizli kapaklı devasa bir operasyon gibi işliyor. Bu 80’lerin sonu, 90’ların başından beri olan bir şey. Esasen Gülen örgütçüleri, belli başlı üyelerine, açık bir şekilde dindar görünmeden hayatlarını nasıl idame ettireceklerini ve çocuklarını nasıl büyüteceklerini öğretiyor. Çocuklar büyüdüğünde ve üniversiteye gittiğinde, onların sıradan birileri olduğunu düşünüyorsunuz. Fakat, Gülen cemaati bünyesinde, rapor vermeleri gereken özel bir görevli olarak nitelenebilecek biri var. Genç Gülenci, genellikle çok iyi bir eğitim almış ve Türkiye’nin Harvard’ına girmeye aday bir genç. Ancak hareket, bunun yerine onu askerî akademiye göndertiyor. Askerî akademilerde genellikle en zekiler olmuyor, bu yüzden bu parlak beyinleri kendilerine çekmek istiyorlar. Sonuçta ‘gizli’ Gülenci er ya da geç orduda yüksek rütbelere gelecek ve o zaman da Gülenciler kendi ajandalarını yürütmek için onlara güvenebilecek. Şu anda ordu kademelerinde bir nesil Gülenci var. Yüzde ile ifade etmek zor, ama kayda değer bir oran. Polis ve istihbaratta olduğundan daha fazla.
Ergenekon Gülencilerin elinde
Bhalla yazışmasında söz konusu köşe yazarının, Ergenekon davası ile ilgi şu sözlerini de aktarıyor: “Ergenekon davasını Gülenciler yürütüyor. AKP ve Gülen’in uyumlu ilişkisinden bahsettik. [...] Erdoğan’ın geri adım atmak istediği dönemler çok olmuş fakat giderek daha etkili hale gelen Gülenciler onu bazı durumlarda kenara itmiş; geçenlerde bir AKP yetkilisine yönelik cinayet planlama iddiasıyla suçlanan askerler vakasında gördüğümüz gibi [muhtemelen Bülent Arınç’a yönelik suikast planından söz ediliyor] Türkiye’deki izlenim [Dönemin Genelkurmay Başkanı] Başbuğ’un hiç cesareti olmadığı yönünde. [...] Kaynak, Türkiye’nin nükleer santral projeleriyle ilgili de daha önce çalışmış. Görüşmelerin başladığı 2007’de bir yetkili ona, AKP’nin bu konuda ciddi olmadığını söylemiş. Anlaşmanın koşulları çok kötüymüş, ihaleye girmek isteyecek herhangi bir yatırımcı için son derece adaletsizmiş, AKP’nin bununla bir sorunu yokmuş. Tek amaç Türkiye’nin adının nükleer güçle anılmasıymış –bir statü sembolü olarak. Yani istesek sahip olabiliriz ama acelemiz yok diyorlarmış. [...] Sadece Ruslar ihaleye girmiş ve anlaşma geçen yaz düşmüş. Şimdi, Erdoğan, Putin ile görüştükten sonra yeniden pazarlık yapıyorlarmış ama henüz teklif getiren yokmuş.”
REF: [publicize twitter] [publicize facebook] [category istihbarat]
[tags ERGENEKON DOSYASI, RTE, Fethullah Gülen, Ergenekon, Kavga]

20 Aralık 2014 Cumartesi

Ayakkabı kutularındaki paralar 'faiziyle' birlikte iade; “17 ARALIK” DOSYASI RESMEN KAPATILDI!,

Ayakkabı kutularındaki "şüpheli ve şaibeli zannıyla" el konulan paralar 'faiziyle' iade!..
Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler ile eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan'ın, 17 Aralık Operasyonu sırasında evlerinde bulunan ve adli emanetçi olarak bir devlet bankasında tutulan paraları yasal faiziyle birlikte iade edilecek.
17 Aralık soruşturmasının takipsizlik kararına yapılan itirazların reddedilmesinin ardından, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler ile eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde bulunan ve adli emanetçi olarak bir devlet bankasında tutulan paralar yasal faizi ile birlikte iade edilecek.
GİZLİLİK KARARI VE İTİRAZ
17 Aralık soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ekrem Aydıner, 10 Kasım’da 53 şüpheli hakkında takipsizlik kararı vermişti. Bunun üzerine dosyadaki tek şikâyetçi olan eski Fatih Emniyet Müdür Yardımcısı Orhan İnce, takipsizlik kararına itiraz etmişti.
Hürriyet gazetesinden Fırat Alkaç’ın haberine göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise yapılan itirazı reddetmişti. Savcılığın verdiği kararın kesinleşmesiyle Barış Güler ve Süleyman Aslan’ın el konulan paralarına iade yolu da açılmış oldu.
ASLAN’INKİ VALİLİĞE
Barış Güler’in evinde el konulan 400 bin TL, 300 bin Euro ve 100 bin dolar ile Süleyman Aslan’ın evinde el konulan 2.5 milyon dolar ve 1.5 milyon Euro adli emanet olarak bir kamu bankasında tutuluyordu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu paraların, yasal faizleriyle birlikte iadelerine karar verdi. Parasının faizi 20 bin TL tutan Barış Güler’in, başvurusu halinde parası kendisine teslim edilecek. Süleyman Aslan’ın evinde ayakkabı kutuları içerisinde bulunan paralar ise yasa gereği İstanbul Valiliği’ne gönderilecek. Aslan, ilk gözaltına alındığında, “Evimden çıkan paraların tamamı bağışlardan toplanan paralardır. Bu paralar Makedonya’da Balkan Üniversitesi ve Osmancık’ta imam hatip lisesinin yapımında kullanılacaktır. Oralara gönderecektim” demişti. Aslan’ın, Yardım Toplama Kanunu’na muhalefet ettiği anlaşılmıştı. İade işlemleri için savcılığın yazısı bekleniyor.
1 MİLYON EURO İADE
Aslan’ın evinde bulunan 1 milyon Euro ise geçtiğimiz aylarda Üsküp Eğitim ve Kültür Vakfı’na iade edilmişti. Vakfın Türkiye temsilciliğinin avukatı Ömer Faruk Hansu, soruşturma sürerken 1 milyon Euro’nun vakfa ait olduğunu söylemiş ve iadesini talep etmişti. Bu talep savcılık tarafından kabul edilmişti.
ASLAN’IN DA PARASI VAR
Süleyman Aslan’ın avukatı Prof. Dr. Ersan Şen, şunları söyledi: “Süleyman Aslan’ın evinde ele geçirilen paralar İstanbul Valiliği’ne gönderilecek. Bu paranın bağış parası olduğunu belirterek iadesini talep edeceğiz. Çünkü el konulan paranın içerisinde, bağış paralarının yanı sıra Süleyman Aslan’ın kendi kişisel parası da var. El konulan paralar adli emanette tutulur. Tutar yüksek olunca, herhangi bir bankanın vadesiz mevduat hesabına yatırılır. Yatırıldığı dönemdeki faiz oranına göre işlem görür ve faiz işler.”
“17 ARALIK” DOSYASI RESMEN KAPATILDI!
17 Aralık soruşturmasına yönelik takipsizlik kararına yapılan itiraz reddedildi.
Aralarında Rıza Sarraf, Barış Güler ve Kaan Çağlayan’ın da bulunduğu “17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk” soruşturmasının takipsizlik kararına yapılan itiraz reddedildi. Dosyanın tek müştekisi olan eski Fatih Emniyet Müdür Yardımcısı Orhan İnce, 10 Kasım tarihinde Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcısı Ekrem Aydıner tarafından verilen takipsizlik kararına itiraz etmişti. İtirazın reddi ile birlikte takipsizlik kararı Orhan İnce’nin Avukatı Özcan Karakoç tarafından verilen 64 sayfalık itiraz dilekçesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın takipsizlik kararının kanunlara, Anayasa’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, Uluslararası sözleşmelere, hukukun genel normlarına ve tüm kamu vicdanına açıkça aykırı olduğu öne sürülmüştü.
TAKİPSİZLİK KARARINA İTİRAZLAR
Orhan İnce dışında İzzettin Çelik, Şaban Saimler, Sema Bayraktar, Ayşe Tosun, Tülay Cengiz, Ayla Tokmak, Meltem Ayran, Atıf Aydın, Muğla Barosu Başkanlığı, Hüseyin Öztürk, Sevil Turan, Cüneyt Akaltın, Şemime Azazi, Arif Ali Cangı, Banu Dalgıç Cangı, Mehmet Yıldırım Aycan, Bahtiyar Alkan, Ercan Demir, İzmir Barosu Başkanlığı, Fatma Saadet Bilir, Kahraman Bolat, Mahmut Tanal, Meryem Cemre Okandal, Nedime Okandal, Turhan Okandal, Ali Uysal, Mehmet Nurettin Oğuz, Ali Sarızayim, Mehmet Salıcı, Mesude Aslan, Ayşe Kuru, Filiz Ayaz, Suna Kılıçcı, Münevver Özgenç, Serdar Erkan, Tülay Gürbaba Kahraman, Sevgi Önal, Gülistan Evran, Veli Sağ, Sabahat Hülya Ölçer, Halkın Kurtuluş Partisi vekilleri tarafından da takipsizlik kararına itiraz edilmişti.
AYRI KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA KARAR VERİLDİ
Orhan İnce’nin itirazını bir ay sonra karara bağlayan İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği, müşteki Orhan İnce’nin itirazını esas yönünden, diğer kişi ve kurumların itirazını ise usul yönünden reddetti. İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimi Fevzi Keleş red kararında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından verilen takipsizlik kararını hatırlatarak, “53 şüpheli hakkında kamu adına soruşturma yürütüldüğü, yapılan soruşturma neticesinde yukarıda bahsedilen tarih ve no ile tüm şüpheliler hakkında ayrı ayrı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği görülmüştür” görüşüne yer verdi.
‘ORHAN İNCE HARİCİNDE DİĞERLERİ TARAF DEĞİL’
Başsavcılığın takipsizlik kararına aralarında müşteki Orhan İnce’nin de aralarında bulunduğu bazı kişiler ve kurumlarca itiraz edildiği hatırlatılan kararda, “İtiraz eden kişilerden Orhan İnce’nin suç tarihinde emniyet müdürü olarak görev yaptığı, dosyada müşteki sıfatı ile ifadesinin alındığı, diğerlerinin ise dosyanın tamamında ya da kısmen soruşturma esnasında görev yapan kolluk görevlileri ile dosyanın mağduru olmayan kişi ya da kuruluşlar oldukları, dosya kapsamında taraf sıfatlarının bulunmadığı anlaşılmıştır” denildi. CMK’nın 173/1 maddesinin itiraz hakkını suçtan zarar gören kişilere verdiği hatırlatılan itirazın reddi kararında, “Bu madde itiraz hakkını esasta suçtan zarar gören şikayetçiye ve şikayetçisi bulunmayan hallerde karar veren Cumhuriyet Savcısının bağlı olduğu Ağır Ceza Mahkemesi nezdindeki Cumhuriyet Başsavcısına vermiş bulunmaktadır. Bunun dışında yasal olarak karara itiraz hakkı başkalarına tanınmamıştır” ifadelerine yer verildi.
‘MUAMMER GÜLER HAKKINDA DEĞERLENDİRME YAPMAK MÜMKÜN DEĞİL’
Bu nedenle müşteki Orhan İnce haricindeki kişilerin itiraz haklarının bulunmadığı belirtilen kararda, “Orhan İnce’nin dosyada müşteki olarak ifadesinin bulunduğu anlaşılmakta ise de Orhan İnce’nin şikayetçi olduğu konunun dosyanın tamamına dair olmadığı anlaşılmakla, dosyanın Orhan İnce yönünden sadece kendisine ilişkin kısmı ile incelenmesi gerekmektedir. Müşteki Orhan İnce şikayet ve itiraz dilekçelerinde dosyada şüpheli olarak isimleri geçen Rıza Sarraf, Barış Güler ve Muammer Güler hakkında önce tayinini İstanbul dışındaki illere çıkarttıkları, akabinde de meslekten ihraç edildiği gerekçesi ile şikayetçi olmuştur. Öncelikle Muammer Güler’in milletvekili olması nedeniyle hakkındaki soruşturma dosyası Türkiye Büyük Millet Meclisi Soruşturma Komisyonu’na gönderildiği, bu hususta Cumhuriyet Savcılığının soruşturma yetkisinin bulunmadığı, böylelikle de Muammer Güler hakkında herhangi bir değerlendirme yapılmasının hukuken mümkün olmadığı açıktır.
ESAS YÖNÜNDEN REDDEDİLDİ
Diğer iki şüpheli Rıza Sarraf ve Barış Güler hakkındaki şikayetin değerlendirilmesinde her iki şüphelinin de müşteki Orhan İnce’nin tayin edilmesi ya da meslekten ihraç edilmesi olayında herhangi bir yetkilerinin bulunmadığı görülmektedir. Bu durumda her iki şüpheli hakkında da hukuken atfedilecek suç teşkil eden bir eylem bulunmadığı yönündeki kovuşturmaya yer olmadığına dair karar usul ve yasaya uygundur” denildi. Orhan İnce dışındaki kişiler ve kuruluşlarının itiraz hakları bulunmadığı için bu kişilerin itirazını “Usul yönünden” reddeden Fevzi Keleş, Orhan İnce’nin itirazını da, “Takipsizlik kararı usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesi ile “Esas yönünden” reddetti.
Takipsizliğe yapılan itirazın reddi ile 53 kişi hakkında verilen takipsizlik kararı kesinleşti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan operasyon ile işadamı Rıza Sarraf, eski bakan Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan, Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’in de aralarında bulunduğu 53 kişi gözaltına alınmıştı. Aralarında Barış Güler, Rıza Sarraf, Kaan Çağlayan’ın da bulunduğu bazı kişiler bir süre tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Soruşturmayı yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ekrem Aydıner, geçtiğimiz aylarda 53 kişi hakkında takipsizlik kararı vermişti. [Kaynak: DHA]

11 Aralık 2014 Perşembe

NEDEN BU GÜZELİM ÜLKE BU HALDE DİYENLER MUTLAKA OKUMALI, "Müslüman'a haram"

"BU GÜZELİM ÜLKE, NEDEN BU HALDE?.." DİYENLER, GERÇEĞE UYANMAK VE "FARKINDA OLMAK İÇİN" MUTLAKA OKUMALI!..
"Müslüman'a haram"
Osmanlının başşehrinde bir çeşme ve bu çeşmenin başında da böylesi bir yazı… 
Çeşmeden çok kitabede yazılanlar, kısa sürede yayılır bütün Bursa’ya. Bir dedikodu bir dedikodu ki alır gider başını. Bursa’nın Müslüman ahalisi hop oturur hop kalkar bu nasıl fitnedir diye…
Ahali, dayanamaz varır kadıya. 
Şikâyet üstüne şikâyet… 
Kadı, şikâyetler karşısında hayrat sahibi adamı yaka paça yakalatır; getirtir huzura. Vatandaş memnun. Mahkeme salonu dolar tıklım tıklım. 
Kadı, sorar: “Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a haram et! Olacak iş midir? Nasıl anlayıştır? Nasıl mantıktır? Nasıl izandır? Aklını mı yitirdin!
Hayrat sahibi adam, bozmaz istifini; Gayet sakin cevap verir:
“Müsaade buyurun” der. Sebebi vardır, delili vardır, ispatı vardır.” Kadı hiddetlenir: “Ne delili, ne ispatı! Her şey apaçık ortada değil mi? Sen fitne çıkardın! Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın! Nifak soktun topluma, vaciptir katlin!”, der.
Der demesine de bir yandan da merak eder nedir delili?
Nasıl olur bu kadar aleni yapılan işin delili? İspatı?
Sorar hayrat sahibi adama:
“Nedir gerekçen, delilin, ispatın, her neyse?”
Hayrat sahibi adam: “Bir Sultan´a söylerim, başkasına diyemem”, diye cevap verince, yine karışır ortalık. Dinleyenlerde homurdanmalar. Kadı kararsız…
Söz bu ya, kulaktan kulağa ulaşır Sultan’a. Sultan öncesini de bildiği bu olaydan dolayı zaten bir hayli kızgındır:  “Tez elden getirilsin bu gafil huzuruma!”, diye emir verir. Hayrat sahibi adam yaka paça götürülür Sultan’ın huzuruna. Sultan; esmer, orta boylu, geniş omuzlu, sol yanağında kapanmış bir yaranın izi olan şakakları kırlaşmış orta yaşlı bu adama hiddetle bakar:
“De bakalım ne diyeceksen bre gafil! Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaptırırsın hayır işlersin hem suyunu her kula helâl, bir tek Müslüman’a haram edersin”
Adam, kaldırır başını padişahın gözlerinin içine bakar:
“ Sağlam delilim vardır Sultan’ım, lâkin ispat ister.”,der.
“Sağlam delil mi? Nedir delilin, neyi ispatlayacaksın?
“ Müsaade ederseniz”
“ Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin, ya ispatlayamazsan!”
“O zaman vereceğiniz hükme kıldan incedir boynum, Sultanım”
“Peki, göster delilini, ispatla bakayım!
“Sultan’ım, ispat için sizden arzım olacak, yerine getirilmesini isterim. Sultan, la havle çeker ya yine de: “peki, de bakayım!”,der.
“Sultan’ım, her hangi bir havradan rastgele bir hahamı sebepsiz, izahsız olarak yaka paça tutuklatın."
Dediği yapılır adamın. Bir anda karışır ortalık… Yahudi/Musevi azınlıklarda bir telaş, bir öfke ki sormayın. Başta, Havranın müntesibi Museviler, “Ne oluyor,  din adamımız ne yaptı ki tutuklanır. Bu ne zulümdür! Biz kefiliz kendisine. Ne gerekirse söyleyin yapalım. O, masumdur; gerekirse kefalet öderiz…” 
Toplantılar, gösteriler, mektup üstüne mektup… 
Ardı arkası kesilmez.
Bir hafta sonra hayrat sahibi adam çıkar gelir Sultan’ın huzuruna:
“Sultan’ım, hahamı artık bırakmak zamanıdır”, der ve haham bırakılır.
Azınlıklar mutlu… Sultan’a teşekkürler, hediyeler…
Hayrat sahibi adam, Sultan’a: “Aynı tutuklatmayı herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız, Sultan’ım”, der. Padişah, yine la havle çeker ya. Sonucu o da merak etmektedir. “Peki”, der. Aynı işlem, aynı usulle bugünkü Karaağaç mahallesinde bulunan bir kilisenin papazı için de uygulanır. Papaz tutuklanarak atılır zindana.
Tepkiler had safhada. Galeyan gelir Bursa’daki azınlıklar. Bursa’da olduğu kadar civar şehirlerde de gösteriler yapılır. Hatta Bizans elçisi ile birlikte birkaç ülkenin elçisi de girer devreye. Nasıl olur, sorgusuz sualsiz, suçsuz günahsız biri hangi gerekçeyle içeri atılır, diye.
Dolunca haftası o da serbest bırakılır. 
Mutluluk ve sevinç gösterileri bir kat daha artar. Teşekkürler, şükranlar… Levantenler, din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha sıkı sarılırlar birbirlerine. Padişah, çağırır hayrat sahibi zatı huzuruna: “tamam mı?” der.
Adam: 
“Sultan’ım son bir arzım var; sonra hüküm zamanıdır!”
“Şimdi nedir isteğin?” 
“Efendim başkentimiz Bursa’nın sevilen, sözü en çok dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden aynı şekilde” Dediği yapılır adamın. Ulu Caminin imamı, vaazının ortasında alınır sorgusuz sualsiz… 
Yaka paça götürülür, atılır zindana. 
Bir Allah”ın kulu çıkıp da tek bir kelam etmez.  
“Ne oluyor, ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz,” demez. 
Peşinden giden de olmaz, arayan, soran da… 
Bir hafta, geçer aradan: “Nerede bizim imam?” diyen de çıkmaz, merak eden de…
Ulu caminin bu âlim, sözü sohbeti dinlenir imamın yerine sıradan bir imam atanır. Halk halinden memnun… Memnun olmakla kalsa iyi âlim imamın ardından başlar bir dedikodu: “Biz de onu adam gibi adam bellemiştik, hoca bellemiştik” “Kim bilir ne haltlar karıştırdı da tutuklandı…“Vah vah! Acırım arkasından kıldığım namazlara…”
Sultan, seyreder, şaşkınlık ve üzüntü ile bütün bu olup biteni… 
Hayrat sahibi adam, gelir huzura: “Ey büyük Sultan’ım! İrade buyurunuz lütfen! Böylesi Müslümanlara su helâl edilir mi? Sultan suskun, çağırır zindana attırdığı âlim imamı helalleşmek için., Ve yedi yüz yıl geçer aradan... 
Şimdi dönüp bir bakın bakalım bu kadar yıl sonra şu güzelim memlekete:
Nakleden’in Notu:
BÖYLESİNE HER ŞEYE SUSKUN BU MİLLETE, HER KARIŞ TOPRAĞI ŞEHİT KANLARI İLE SULANMIŞ; YEDİ İKLİM, YETMİŞ RENK BU GÜZELİM ÜLKE HARAM DEĞİL DE NEDİR?
[publicize twitter] [publicize facebook] [category araştırma] [tags TARİH, ÜLKE, Müslüman, haram]

3 Aralık 2014 Çarşamba

AK SARAY MI?, KAÇAK SARAY MI?, MİLLETİN SARAYI MI?, SEFAHATMI?, YOKSA!...

"MİLLETİN SARAYI" ALDATMACASI; LÜKS, İSRAF, ABARTI, GÖSTERİŞ VE SEFAHAT!.. 
'Bardakların tane fiyatı 1000 TL'dir'
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, "Milletin sarayı" denilen Kaçak Saray’da milletin halısının 400 bin avro ettiği kaydedildi.  Kaçak Saray’a özel üretim, üç boyutlu, canlı kırkım yünle 4 bin metrekare halı dokundu. Halının bir metrekare maliyeti 100 avro.  4 bin metrekare halının maliyeti 400 bin avro yani 1 milyon 200 bin Türk Lirasına tekabül ediyor. Bu rakam da 600 öğretmenin bir aylık maaşına bedel. Bir işçinin bir aylık maaşı ancak 3 metrekaresini dokumaya yeter" dedi.
Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan 4 bin metrekare halı dokunduğunu söyleyerek,  konuşmasına şöyle devam etti:  "Atatürk Orman Çiftliğinde bir çivi bile çakılamazken hukuksuz bir şekilde inşa edilen Kaçak saray artık gözle görünür duruma geldi. Kamusal alanımızın yöneticiler tarafından hukuksuz şekilde gasp edilmesi ve vergilerimizin keyfi bir şekilde harcanması söz konusu, bu nedenle AOÇ’de yapılan hukuksuzluk planlarından maliyetlerine kadar kamuoyunu ve bizleri ilgilendirmektedir.
Kaçak sarayda Dört bin metrekarelik halı sipariş edildiğini özel üretim olduğunu ve Manisa’da üretildiğini biliyoruz. Halının bir metrekare maliyeti 100 avro.  4 bin metrekare halının maliyeti 400 bin avro yani 1 milyon 200 bin Türk Lirasına tekabül ediyor. Bu rakam da 600 öğretmenin bir aylık maaşına bedel. Bir işçinin bir aylık maaşı ancak 3 metrekaresini dokumaya yeter."
"BARDAKLARIN TANE FİYATI DAHİ 1000 TL’DİR"
Candan, Cumhurbaşkanlığı’nda  kadınlara verilen davette basında kullanılan fotoğraflardaki bardak görüntüsüne  dikkat çekerek , "Bardaklar ya altın suyu ya da altın işlemeli, özel yapım olduğu fark ediliyor. Bu tür bardakların tane fiyatı dahi 1000 TL’dir. Bir bardak bir asgari ücretli işçinin maaşına denk olursa şaşırmayız"  dedi.
"MALİYETİ AÇIKLASINLAR"
Candan,  Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın maliyetinin hükümet tarafından açıklanmadığını söyleyerek,  "Toplumu meraktan kurtarsınlar hem maliyetleri, hem projeleri açıklasınlar. Bu bir hukuk mücadelesidir, vergilerimizin de keyfice harcanmasına göz yumamayız. Kaçak Saray’da Her katta 180 oda olduğunu düşünmekteyiz, Her blokta dört kat var, yani bir blokta 750 civarında oda var. Yapının üç bloktan olduğunu göz önünde bulundurursak , binanın yer üstündeki oda sayısı bin değil 2000 eder. Müteahhit firma yerleşkedeki inşaatın  450.000 metrekare civarında olduğunu açıklıyor. Metrekare ne kadar büyükse inşaat maliyeti o kadar yükselir. Mecliste bütçe görüşmeleri yapılacak. Başbakanlık’ın bize verdiği bilgiye göre 2012-2014 yılı süreçleri içerisinde Kaçak Saray’ın tüm harcamaları Başbakanlık yatırımlar harcama kaleminden harcanmış, harcamaların şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmasını istiyoruz. Emeklisine yüzde 3 zam öngörülürken yöneticiler bizim vergilerimizle toplanan paraları bu şekilde harcayamazlar" ifadelerini kullandı.
"63 ASANSÖRÜ VAR"
Basın toplantısına katılan Elektrik Mühendisleri Odası, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın  asansör maliyetlerini açıkladı. EMO Ankara Şube müdürü İbrahim Saral, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda 63 asansör olduğunu söyledi. Saral, "63 Asansöre ek olarak 18 asansör de yapılma aşamasında. 63 asansörün toplam maliyeti 17 milyon 500 bin artı KDV. Yeni yapılacak asansörün maliyetleri 5 milyon Türk Lirası  üstüne KDV’si  olacağı tahmin ediliyor. Hali hazırda var olan asansörlerin aylık 200 TL bakım maliyeti var. 12 bin 600 TL bakım masrafı oluyor. Ayrıca 24 saat orada hazır tutulan iki firma elemanı olduğunu duyduk" dedi. Basın toplantısına  hesap makinasıyla dikkat çeken Saral’ın açıklamasının ardından KDV hesabı yapan Candan, " Kaçak sarayda asansör maliyetlerine  KDV’si  eklendiğinde maliyet 30 milyon liraya çıkıyor. Toplam asansör bakım maliyeti aylık personel giderleri dahil 18 bin lira yıllık bakım maliyeti  216 bin lira yapıyor" dedi.
"TOPLAMDA 10,5 MİLYONLUK BİR MALİYETLE KARŞI KARŞIYA KALIYORUZ"
Candan, "Ayrıca Kaçak Saray yapmak amacıyla aynı arazi içerisinde bulunan Orman Genel Müdürlüğü lojmanlarının yıkılmasının ve boşaltılmasının da kaçak saray maliyetlerine eklenebilecek.  AOÇ arazisinden memurları gönderdikleri için, Orman Genel Müdürlüğü’nde çalışan üst düzey bürokratlara Macunköy’de 52 adet lojman alındığını duyduk.  O bölgedeki  3+1 konutun Ortalama fiyatı 200 bin lira ediyor, toplamda 10,5 milyonluk bir maliyetle karşı karşıya kalıyoruz. TOBB’un ikiz kulelerinde ise Orman Genel Müdürlüğü  için kat kiralandı. AOÇ’de kaçak saray tüm alanı kullandığı için yerinden edilen  Orman Genel Müdürlüğü harcamaları kaçak saray maliyetine dahil edilmelidir. Kaçak saray maliyetinin açıklanandan daha yüksek  olduğu ortada. Kent İzleme Merkezi’miz maliyetleri üzerine çalışma yürütmeye devam edecek" ifadelerine yer verdi.
"CUMHURBAŞKANLIĞI BİNASI PROTOKOLE AYKIRI"
Yapılan toplantıda Mimarlar Odası Ankara Şubesi  Kent İzleme Merkezi Danışma Kurulu Üyesi  Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş, "AOÇ kırsal kalkınma için örnek teşkil edilecek çalışmaların yapılması , tarımsal işletme oluşturulması , halka sağlıklı gıda üretmek amacıyla  kurularak halka armağan edildi. Başka bir kuruma başka bir amaçla AOÇ arazisi verme durumu şimdiki yasalarla olanaklı değil, zaten yasadışı bir durum var. 2006 yılında çıkarılan ek yasada Büyükşehir Belediyesi’ne verilen yalnızca planlama yapmak, planları onaylamak, alt yapı çalışmalarını yapma yetkisidir.  Orman Genel Müdürlüğü TOKİ ve Başbakanlık arasında yapılmış olan protokol Başbakanlık hizmet binası yapılmak için kuruldu. Ödenekler Başbakanlık Hizmet binasına ödendi. Keyfi şekilde Cumhurbaşkanlığı binası yapıldı. Yine aynı protokolde Orman Genel Müdürlüğü lojmanlarında oturan insanların, yeni Orman Genel Müdürlüğü lojmanı yapılana kadar oturması gerekirken apar topar lojmanları boşalttı. Yine hukuksuzca protokole aykırı bir durum var" diye konuştu.
"HERALDE ASKERLİK KAÇAK SARAY’IN BEDELİNİ Mİ KARŞILAYACAK?"
Kent İzleme Merkezi Danışma Kurulu Üyesi Ethem Torunoğlu,   "611 bin kişi askerlikten yararlanacak, 611.000 çarpı 18.000 lira dersek herhalde askerlik Kaçak Saray’ın bedelini mi karşılayacak? Merak ediyoruz" dedi., [ANKARA, (DHA) 03 Aralık 2014]

1 Aralık 2014 Pazartesi

PAPA’DAN İTALYA YOLUNDA FLAŞ TÜRKİYE AÇIKLAMASI & Hıristiyan Dünyasında mezhepler birleşirken; Müslüman dünyasında mezhep çatışmaları şiddetlenerek artıyor

PAPA FRANCESCO’NUN İTALYA YOLUNDA YAPTIĞI, FLAŞ "TÜRKİYE AÇIKLAMALARI"...
Türkiye’ye üç günlük bir ziyaret gerçekleştiren Papa Francesco, İtalya yolunda flaş açıklamalar yaptı.
TÜRKİYE’ye üç günlük ziyaret gerçekleştiren Papa Francesco, İtalya yolunda flaş açıklamalar yaptı. Ermeni meselesinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başsağlığı mesajını olumlu bulduğunu söyleyen Papa, “Benim asıl kalbimde olan, Türkiye-Ermeni sınırının açılması. Keşke o sınır açılsa, o kadar güzel bir şey olur ki” ifadelerini kullandı. Papa ayrıca Sultanahmet Camii’nde yaptığı duanın içeriğini de açıklarken, “Oraya turist olarak gittim diyemezdim. O muhteşemlikleri görünce dua etmek istedim” dedi.
Papa Francesco, İtalya yolunda uçakta, aralarında Doğan Haber Ajansı İtalya Temsilcisi Esma Çakır’ın da bulunduğu ve tek tek ellerini sıktığı gazetecilerin sorularını yanıtladı. Papa bir gazetecinin, ‘Türkiye ziyaretiniz boyunca hiç Ermenilere ilişkin bir şey duymadım. Gelecek yıl Ermeni soykırımının yıldönümü. Bu konuda ne düşündüğünüzü bilmek istiyorum’ yönündeki bir soruya şöyle yanıt verdi: “Bugün hastanede olan Ermeni Patriği’ni ziyaret etmeye gittim, çok hasta. Türk hükümeti geçen yıl bir jest yaptı, dönemin başbakanı Erdoğan bir mektup (başsağlığı) yazdı. Bazıları bunu çok zayıf buldu. Benim bu konudaki yargım ise, büyük ya da küçük bilmiyorum, ama bu bir el uzatmaydı. Bu her zaman pozitif bir şeydir. Ben elimi çok da uzatabilirim, ya da az uzatabilirim ve diğerinin bana ne diyeceğini beklerim.”
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu hareketini olumlu bulduğunu söyleyen Katoliklerin ruhani lideri “Benim asıl kalbimde olan; Türkiye-Ermeni sınırı. Keşke o sınır açılsa, o kadar güzel bir şey olur ki. Ben o bölgede, sınırların açılmasını kolaylaştırmayan jeopolitik problemler olduğunu biliyorum, ama bu halklar arasında uzlaşma olması için dua edelim” dedi.  Her iki ülkenin de iyi niyetli olduğunu bildiğini, buna inandığını söyleyen Papa Francesco, “Bu durumun kolaylaşması için yardım etmeliyiz. Dilerim gelecek yıl, küçük jestlerin yolunun açılacağı, yakınlaşmanın adımlarının atıldığı bir yıl olsun” ifadelerini kullandı.
SULTANAHMET’TE DUA AÇIKLAMASI
Uçaktaki 65 gazeteciden biri olan Esma Çakır’ın, ‘Sultanahmet Camii’nde çok yoğun bir dua anı yaşadınız. Bu Rabbe yakarış anınızdan bizimle paylaşmak istediğiniz özel bir şey var mı?’ sorusunu şöyle yanıtladı: “Benim Türkiye’ye seyahatim dini amaçla idi. Ortodoks Kilisesi’nin kutladığı Aziz Andreas Yortusu içindi. Patrik Bartholomeos’la, yani dini bir figür ile buluştum. Sonra camiye gittim. Yani bunların hepsi dini şeyler. Sultanahmet Camii’ne ben turist olarak geldim diyemezdim. Oradaki o muhteşemlikleri gördüm. Müftü de çok iyi açıklıyordu orada neler olduğunu. Kur’an’dan pasajlar okudu, Meryem Ana’dan bahsetti. O anda dua etmek istedim. Müftüye dua edelim dedim. O da tamam dedi.” Papa duasının içeriğiyle ilgili olarak şunları söyledi: “Türkiye için, barış için, müftü için, herkes için ve tabii benim için dua ettim, çünkü buna ihtiyacım var. Ancak özellikle barış için dua ettim. ‘Tanrım savaşları bitir dedim’ Kısaca çok samimi bir dua anı yaşadım.”
KURAN BİR BARIŞ KİTABIDIR, ERDOĞAN’A
Papa, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan İslamafobi hakkında konuştu. Siz de doğal olarak Ortadoğu’daki Hristiyan azınlığın yaşadıklarından dolayı Hristiyanofobi hakkında konuştunuz ve dinlerarası diyaloğun bir anahtar olabileceğini tavsiye ettiniz. Dinlerarası diyalog yeterli mi yoksa daha öteye gidilebilir mi? Dünya liderleri bu konuda ne yapmalı?’ sorusu üzerine, “Sadece bu bölgede değil Afrika’da da gerçekten terörist faaliyetler var. ‘Bu İslamsa..’ diyenler olduğunda ben öfkeleniyorum. Bu durumdan dolayı birçok Müslüman alınganlık gösterdi, ‘Biz bu değiliz’ dediler. Kur’an bir barış kitabıdır, barış mesajı veren bir kitaptır. Öteki türlü, bu İslamizm değil. Bunu gerçekten inanarak söylüyorum: Tüm İslamcılara terörist denemez. Bu asla söylenemez. Hristiyanlarda da aşırıcılık yok değil diyemeyiz mesela. Bizde de bunlardan var
Ben Cumhurbaşkanınıza söyledim, tüm İslami liderler; siyasi liderler ya da dini veyahut akademisyenler olabilir açıkça şunu söylesinler: ‘Ben bunu kınıyorum.’ Çünkü bu, İslam toplumunun büyük çoğunluğuna yardım edecek. Onların ağzından çıkmalı bu sözler. Aynı zamanda entelektüeller de olabilir. Bu benim cevabım. Çünkü hepimizin dünya çapında bir kınama yapmaya ihtiyacımız var. Bir İslami kimliği olanlar, ‘Biz terörist değiliz, Kur’an bu değil’ diyorlar.
Hristiyanofobiye gelince. Irak’ın Musul kentinde gördük. Hristiyanlar yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar ya da vergi ödemek (cülus) zorunda. Adeta o bölgede hiç Hristiyan olmasın istiyorlar. O bölgede maalesef bu var” açıklamasını yaptı.
MEHMET GÖRMEZ VE MEHMET PAÇACI’DAN ÇOK ETKİLENDİ
Dinlerarası diyalog konusunda en güzel sohbeti Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve onun ekibiyle yaptığını söyleyen Papa, “Kısa süre önce Türkiye’nin yeni Vatikan Büyükelçisi Mehmet Paçacı bana güven mektubunu sunmaya geldiğinde karşımda harikulade bir adam buldum. Dini derinliği olan bir adam. Diyanet’teki görüşmemde, dinlerarası diyalog konusunda daha kaliteli bir adım atmamız gerektiğini söylediler. Farklı dinlere mensup olan dindarlar arasında bir diyalog olması gerektiğini söylediler. Bu çok güzel bir şey. Bu yüksek kaliteli buluşma beni çok mutlu etti” diye konuştu. [Ulusal Haber, 01 Aralık 2014] 
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER
Hıristiyan Dünyasında mezhepler birleşirken; Müslüman dünyasında mezhep çatışmaları şiddetlenerek artıyor
Vatikan’da ( Roma ) mukim Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16. Benedikt, 8 sene önce İstanbul’da mukim Ortodoks dünyasının ruhani lideri Patrik 1. Bartholomeos’ u resmi ziyareti sırasında iki kilisenin birleştirilmesi yönünde ilk adımı atmışlardı. Roma İmparatorluğunun MS. 395 de Batı Roma ve Doğu Roma olarak ikiye bölünmesinden sonra, MS. 1054 te Batı Kilisesi ile Doğu Kilisesinin birbirlerini karşılıklı aforoz ederek ayrılmalarını müteakip Latin-Cermen ağırlıklı halklardan oluşan Katolikler dini merkez olarak Roma’da mukim Vatikan’ı seçerken; Slav-Grek ağırlıklı halklardan oluşan Ortodokslar da Doğu Roma’nın başkenti Constantinapolis’ i (İstanbul) merkez olarak benimsemişlerdi.
1204 yılında başlayan 4. Haçlı seferi sırasında Latin Katolik Haçlılar Kutsal Toprakları yani Kudüs ve çevresini Müslümanlardan geri almak için sefere çıkmışlar; önce İstanbul’ a ( Constantinapolis ) uğrayıp savaşa girmeden mola verip bir yandan da yiyecek ve teçhizat ikmali yapmayı planlamışken; şehrin güzelliği ve zenginliği karşısında Kudüs’e gitmekten vazgeçip, İstanbul’da kalmaya karar vermişler ve Ortodoks Bizans ( Doğu Roma ) İmparatorluğunu yıkıp yerine Katolik Batı Roma’ nın mirasına sahip çıkarak bir Latin Krallığı kurmuşlardır. İstanbul’daki Latin Krallığı 1204-1261 yılları arasında 57 yıl sürmüş; bu süre zarfında 1 milyon olan İstanbul’un nüfusu yağma, katliam, tecavüz ve kaçışlarla 30 bine düşmüş, İstanbul’un bütün zenginlikleri Latinler tarafından yağmalanarak İtalya, Fransa ve Almanya’ya götürülmüştür. Balat’taki Aya Vlaherna ( Panagia ) Kilisesinin altın kapıları ve Hipodromdaki   ( bugünkü Sultanahmet Meydanı ) aslan heykelleri de bu yağma ve talandan nasibini almış ve sökülerek Venedik’ e götürülmüşlerdir. Bu dönemde daha önce Kudüs’ten getirilen ve ilk Hıristiyan azizlerine ait olan kutsal kemikler de İstanbul’dan Vatikan’a götürülüp orada sergilenmeye başlanmıştır. Batı Kilisesi ( Katolik ) ile Doğu Kilisesi ( Ortodoks ) arası ilişkiler o tarihten Hz. İsa’nın doğumunun 2000. Yıldönümüne kadar düşmanca olmuştur. Yeni milenyumda 2 Kilise arasındaki buzların çözülüp, düşmanlığın sona erdirilmesi çalışmaları başlatılmıştır.
Bu kapsamda Papa 16. Benedikt 2006 da Doğu Kilisesinin merkezi İstanbul’u resmi ziyareti sırasında Ortodokslardan özür dilemiş ve 800 yıl önce İstanbul’dan çalınarak Vatikan’a götürülen Hıristiyan azizlerinin kutsal sayılan kemiklerini Patrik I. Bartholomeos’ a iade etmiştir. Hıristiyan dünyasının 2 büyük mezhebi olan 1,2 milyar nüfuslu Katolik alemi ile 35o milyon nüfuslu Ortodoks alemi böylece 800 yıl sonra İstanbul’ da barışmışlar ve birleşmenin ilk adımlarını atmışlardı.   Geçen hafta Vatikan Devlet Başkanı olarak siyasi hüviyeti ile Ankara’yı ziyaret edip Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından en değerli yabancı devlet adamlarına uygulanan A tipi Protokol ve 21 pare top atışıyla karşılanan yeni Papa Francisco sonraki 2 gün de İstanbul’da Katolik aleminin ruhani lideri olarak dini hüviyeti ile karşılanmış; Sultanahmet Cami ile Ortodoks ve Katolik kiliselerini ziyaret etmiş hepsinde dua ederek kiliselerde ayin yönetmiş ve iştirak etmiştir.
Papa Francisco’nun geçen haftaki İstanbul ziyareti sırasında Patrik I. Bartholomeos’ la ; Kardinaller ve Metropolitler arasında teknik düzeyde uzun süredir üzerinde çalışılan metni imzalayıp ortak bir açıklama yaparak 2 kilise arasındaki birleşme çabalarına resmiyet kazandırmışlardır. Son İstanbul toplantısı ile tarihteki İznik ve Kadıköy Konsül toplantılarında da olduğu gibi, Hıristiyanlık bir kez daha Anadolu topraklarında uzlaşmıştır.
Ancak Katolik-Ortodoks ve sonradan zuhur eden Protestanlık mezhepleri barışıp birlikte çalışırken Müslümanlığın 2 ana mezhebi olan Sünnilik ve Şiilik arasındaki uçurum hızla açılmakta, Irak-Suriye-Lübnan, Mısır, Bahreyn ve hatta Türkiye’de mezhepsel çatışmalar şiddetini giderek artırmaktadır.
3 Mart 1924 tarihinde TBMM tarafından ilga edilen Hilafet makamını hukuken elinde bulunduran Türkiye ve Anadolu toprakları; Hıristiyan mezheplerini barıştırdığı gibi İslamiyeti de tek kurumsal yapı altında birleştirebilecek yegane devlettir. Türkiye üzerine düşen bu tarihi görevi muhakkak yapmalı ve 1,5 milyar nüfuslu İslam dünyasına sürekli barış ve huzur ortamını sağlamalıdır. Türkiye’den başka bunu yapabilecek güç yoktur.
Doç. Dr. Uğur ÖZGÖKER
İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve
ULUSLAR ARASI DİPLOMATLAR BİRLİĞİ Yönetim Kurulu Üyesi,
TÜRKİYE-AVRUPA VAKFI Yönetim Kurulu Üyesi. [01 Aralık 2014, Ulusal Ajans) 

26 Kasım 2014 Çarşamba

Tarihe düşülen notlar, iddialar, itiraflar, aydınlatma ve uyarılar; Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'den “Uludere, haber kanalları (mit) sorunları” hakkında çok önemli açıklamalar...

İdris Naim ŞAHİN
Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) Başkanı İdris Naim Şahin konuştu!.. 
Eski İçişleri Bakanı ve bağımsız Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere olayının MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine yaşandığını söyledi.
ULUDERE OLAYI VE MİT
Eski İçişleri Bakanı ve bağımsız Ordu Milletvekili İdris Naim Şahin, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere olayının MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine yaşandığını söyledi. Uludere olayı vasıtasıyla TSK'nın terörle mücadelede operasyon yapmasının nisbi olarak önüne geçildiğinin altını çizen Şahin, böcekler üzerinden iftira atılan Emniyetin, istihbarat sağlaması ve operasyon yapmasının peyderpey sınırlandırıldığına dikkat çekti.

MİLLET VE ADALET PARTİSİ (MİLÂD) BAŞKANI
Meclis'te basın toplantısı düzenleyen Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) kurucu üyesi Şahin, sözlerine Öğretmenler Günü'nü kutlayarak başladı. Türkiye'nin son günlerde içinden geçmekte olduğu vahim süreçte kişiler, kurumlar, siyasi partiler ve Türk Silahlı Kuvvetleri gibi devletin ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarını hedef alan açık-örtülü operasyonlar ve saldırılar karşısında bu açıklamayı yapma zorunluluğu olduğunu dile getiren Şahin, yakın geçmişte yaşanan bazı olayları, bugün tanıklık ettiğimiz son gelişmeler perspektifinden okuyunca 'muhteşem tesadüfler', 'gerçek tuzak ve kumpas ustaları' ve bunların amaçlarının çok daha net görüldüğünü ifade etti.
BAZI GELİŞMELERİN ARKA PLANI
"Bazı gelişmelerin arka planını, olayların sıcaklığında görmek mümkün olsa bile bunu başkalarının da görebilmesi, zaman alabilmektedir." diyen Şahin, resmin bütünlüğünü yakalamak ve bunu başkalarına gösterebilmenin de bazen yeni gelişmelerle mümkün olabileceğine dikkat çekti. 2011 yılı sonundan bugüne kadar ortaya çıkan gerçekler yan yana koyulduğunda o dönemde İçişleri Bakanlığı, asker ve polis olmak üzere devletin üç kurumuna kurulmuş olan tezgâhın, kamuoyu açısından bugün çok daha rahat okunur hale geldiğini anlatan Şahin, "O dönemde yürütülen istihbarat çalışmaları ve güvenlik kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen başarılı operasyonlarla Bölücü Terör Örgütünün (BTÖ) KCK şehir yapılanması ve silahlı kanadı bitme noktasına doğru yol alırken, 27 ve 28 Aralık 2011 tarihlerinde maalesef, Devletimiz aleyhine önemli kırılmalar gerçekleşmiştir. Bugün gelinen noktada ise BTÖ, mevcut iktidarın kendi milletvekillerini dahi isyan ettirecek şekilde bölgede etkili hale gelmiştir. O dönemde yaşanan olaylara kronolojik olarak bakıldığında, kurulan tezgahın boyutları çok net bir şekilde görülmektedir."
diye konuştu.
"OSLO GÖRÜŞMELERİ ÖRGÜTÜN ELEBAŞLARI TARAFINDAN KASTEN YAYINLANDI"
13 Eylül 2011 tarihinde, BTÖ'nün yayın organı Dicle Haber Ajansına, Oslo'da yapılan görüşmelerin ses kayıtlarının düşmesiyle MİT içerisindeki bir kliğin, dönemin Başbakanını ikna ederek, bölücü örgütün elebaşlarıyla müzakere masasına oturduğunun anlaşıldığını dile getiren Şahin, şöyle devam etti: "Bugün daha net görülmektedir ki, bu ses kayıtları, yapılan müzakerelerin alenileşmesi ve böylelikle bu müzakerelerden habersiz istihbarat ve operasyonel çalışmalar yapan güvenlik güçlerinin durdurulması
ve örgüte meşruiyet kazandıracak sürecin başlatılması için, örgütün elebaşları tarafından kasten yayınlamıştır. Müzakere masasında örgüte verdiği sözleri yerine getirmek zorunda kalan bu klik, 27 ve 28 Aralık 2011 tarihlerinde güvenlik kuvvetlerimize ve şahsıma yönelik karalama ve etkisizleştirme operasyonlarına girişmiştir."
"MİT YETKİLİSİ ISRARLA BİLGİNİN DOĞRULUĞUNU TEYİT ETMİŞTİR"
27 ve 28 Aralık 2011 günleri, üç tezgahın eş zamanlı gerçekleştirildiği bir tarih olduğunun altını çizen Şahin, "27 Aralık tarihinde şahsım hakkında hakaretler içeren, Bakanlık görevimden alınmam gerektiği minvalinde yazılar yayınlanmış. 28 Aralık sabahı Başbakanlık Ofisinde Polisin koyduğu iddia edilen böcekler bulunmuş. Ve aynı günün akşamı MİT kanalıyla ısrarla teyit edilen tuzak istihbarata bağlı olarak gerçekleştirilen operasyon sonucunda çok üzücü bir olay yaşanmış ve 34 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. MİT tarafından gönderilen yazılar ve üst düzey MİT görevlisi tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri telefonla bizzat aranarak, Bahoz Erdal'ın hudut hattını geçmekte olduğu bildirilmiştir. Silahlı kuvvetlerin yetkilileri, bilginin doğru olup olmadığını defaatle sormasına rağmen, MİT yetkilisi ısrarla
bilginin doğruluğunu teyit etmiştir. Sonuçta, MİT'ten gelen birden fazla resmî istihbarat raporları ve telefon bilgileri üzerine maalesef Uludere olayı yaşanmıştır. Basın yayın organlarında şahsını hedef alan yazılar yayınlandığını ifade eden Şahin, iyi niyetli olduğunu bildiği pek çok gazeteci ve yazar arkadaşın
da farkında olmadan bu kampanyanın etkisi altında kaldığına dikkat çekti.
"BÖCEK, ÖZELLİKLE SUÇLAMA YAPABİLMEK İÇİN EMNİYET İSTİHBARAT TEKNİK PERSONELİNİN KONTROL YAPTIĞI ODAYA KONULMUŞTUR"
28-29 Aralık 2011 tarihinde Başbakanlıkta iki yerde MİT ekibi tarafından, Emniyet istihbarat personelinin yerleştirdiği iddia edilen böcekler bulunduğunu hatırlatan Şahin, şunları söyledi: "Daha sonra TÜBİTAK raporundan, kamuoyuna böcek olarak ta tanıtılan dinleme cihazının, 4-5 Aralık tarihlerinde bulunduğu yere konulduğu ortaya çıkmıştır. Emniyet teknik istihbarat personeli ise 24-25 Kasım 2011 tarihlerinde böcek taraması yapmışlardır. TÜBİTAK'ın verdiği tarih, böceklerin Emniyet taramasından çok sonra oraya yerleştirildiğini göstermektedir. Böceği bulan ekipte yer alan MİT yöneticisi ( Basri AKTEPE ), Başbakanlık müfettişlerine verdiği ifadede, 'MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın kendisini arayarak, Başbakanlık'tan aranacağını ve gereğinin yapılması yönünde talimat verdiğini, yaklaşık 20 gün bu şekilde beklemelerinin ardından Başbakanlığa giderek aynı gün böcekleri bulduklarını' belirtmiştir. Hakan Fidan'ın MİT mensubuna ( Basri AKTEPE ), böcek aramasına gidileceğini söylediği 8 Aralık tarihi, TÜBİTAK'ın
böceklerin konulduğunu belirttiği 4-5 Aralık tarihinden 3 gün sonrasına tekabül etmektedir. O güne kadar MİT personeline hiç verilmemiş olan bu görevlendirme talimatı, dikkat edildiğinde böceğin oraya konulduğunun birileri tarafından bilindiğini göstermektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, böceği koyan ve bulduran ekip, TÜBİTAK'ın böceklerin konulma tarihi hakkında bu kadar net bir rapor sunabileceğini hesaba katmamıştır. TÜBİTAK' tan istifaya zorlanan Başkan Yardımcısı Hasan PALAZ, böceğin koyuluş tarihini geriye çekmesi için kendisine baskı yapıldığını söylemiştir.
DİNLETENLER, DİNLENENLER VE BÖCEKLER
Bu husus, kamuoyunun ve basınımızın da malumudur. Böcek, özellikle ve suçlama yapabilmek için Emniyet İstihbarat Teknik personelinin kontrol yaptığı odaya konulmuştur. Eğer bu personel, bir başka ofisi veya konutu kontrol etmiş olsaydı, anlaşılıyor ki cihaz ( böcek ) oraya konacaktı.
İlginçtir ki, 28 Aralık 2011'de bulunan böceklerle ilgili dosya Savcılığa intikal ettirilmemiş, konuyu öğrenen Savcının açtığı dosyanın kapatılması için Adalet Bakanlığı üzerinden baskı yapılmış, TÜBİTAK' ın verdiği rapor işleme konulmamıştır. Ne zaman, uygun savcı ve bilirkişi ayarlandıktan sonra tozlanmış dosya, ancak 2,5 yıl sonra raftan indirilmiştir. Bugün böceği önce koyup sonra bulanlar, böcek konusunu sürekli ve sadece siyasi rant malzemesi olarak kullanmaktadırlar."
"28 ARALIK 2011 TARİHİ TERÖRLE MÜCADELEDE DÖNÜM NOKTASI"

28 Aralık 2011 tarihinin Türkiye'nin terörle mücadelesinde bir dönüm noktası olduğunu belirten Şahin, "Bu ne muhteşem bir tesadüftür. MİT içerisindeki kliğin ürettiği ısrarlı ve kasıtlı istihbarat nedeniyle Uludere olayı yaşanmış, aynı gün Başbakanlıkta yine MİT tarafından böcekler bulunmuş ve şahsen hakkımda tezvirat kampanyası başlatılmıştır. Olayların kronolojisi ve oluş şekli bütün bunların tesadüf olamayacağını açıkça göstermektedir.
Uludere olayı vasıtasıyla TSK'nın terörle mücadelede operasyon yapmasının nisbi olarak önüne geçilmiş, bulunan böcekler üzerinden iftira atılan Emniyetin istihbarat sağlaması ve operasyon yapması peyderpey sınırlandırılmıştır. 28 Aralık 2011 tarihi; TSK, Emniyet ve şahsıma kurulan tezgâhla, ülkenin teröre teslim edilme sürecinin dönüm noktası, adeta başlangıcı olmuştur. 6 - 10 Ekim 2014 olaylarında 60' tan fazla vatandaşımızın faili meçhul cinayetlere kurban gitmesi, sokakların teröre terk edilmesi de bu başlangıcın devamıdır. Bizans entrikalarıyla devleti yönetmek için 34 vatandaşımızı vurdurtan zihniyet ve aktörler ile Türkiye'yi Suriye'de savaşa sokmak için türlü entrikalar çeviren zihniyet ve aktörler aynıdır. Böyle bir devlet yönetme ve böyle bir istihbarat anlayışını reddediyor ve kınıyorum. Bu zihniyetin ülkemizi sürüklediği ağır sorunlar batağı ortadadır. Kurumlara, kişilere, siyasete, millete tuzak kurularak devlet yönetilmez. Türkiye, maalesef ülkeyi yönetenlerle istihbarat örgütünün ortaklaşa kendi devlet kurumlarına, siyasete ve vatandaşlarına kumpaslar kurulan, siyaset kurumuna operasyon yapılan bir muhaberat devletine dönüşmüştür.
İKTİDAR VE KİRLİ TEZGÂHLAR
İktidar ve istihbarat örgütü ortaklığında kurulan bu kirli tezgahlar, her şeyden önce milletimize ve demokrasimize ağır darbeler vurmaktadır. Adeta iktidar ve istihbarat teşkilatı, ülkemizi kumpaslar ve tezgahlar sarmalı içine hapsetmiştir. Bu vesileyle Millet ve Adalet Partisi (MİLAD) olarak tezgahçı ve kumpasçı siyaset anlayışını değil, siyasette insanı merkeze alan, şeffaf, hukukun üstünlüğüne inanan yeni bir anlayışı getirecek bir miladı temsil ettiğimizi ifade etmek isterim. Demokrasimize ve milletimizin huzuruna darbe vuran her türlü hukuksuzluğa ve gayri meşruluğa karşı Milletimizin yanında olduğumuzu belirtiyorum." şeklinde konuştu. 
CİHAN_[publicize twitter] [publicize facebook] [category istihbarat]
[tags MİT DOSYASI, İDRİS NAİM ŞAHİN, ULUDERE, MİT, RESMÎ, İSTİHBARAT]

20 Kasım 2014 Perşembe

İŞSİZLİK FONU'NDA 2,2 MİLYARLIK MEÇHUL (!) HARCAMA & BİR DÖNEMİN ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI ESAT KIRATLIOĞLU'NUN KONUYLA ÖRTÜŞEN AÇIKLAMASI

Fakir-fukara, garip-guraba'nın umut kapısı "İŞSİZLİK FONU'nda 2,2 Milyarlık (şaibeli ve şüpheli) "MEÇHUL HARCAMA"!..
79 milyar liraya ulaşan İşsizlik Fonu’ndan 2,2 milyarın nereye harcandığının belli olmaması tartışmaya yol açtı. İşsize verilmeyen devasa para, bütçede ‘diğer gider’ olarak gösterildi. Bunun bütçe tekniğine aykırı olduğunu belirten MHP Milletvekili Lütfi Türkkan, “Ak Saray harcaması fondan karşılandı, bakanlık gizliyor.” iddiasında bulundu.
Çalışanların işten çıkarıldığında mağdur olmaması için kurulan İşsizlik Fonu’nda 79 milyar lira birikirken devasa miktara ulaşan paranın amaç dışı kullanılması sıkça eleştiriliyor. Maaş alabilmek ağır şartlara bağlandığı için 2,9 milyon işsizden eylül itibarıyla 372 bini fondan faydalanabildi. İşsizlik maaşı, kısa çalışma ödeneği ve Ücret Garanti Fonu giderleri için harcanan para, yılsonunda 1,7 milyar lirayı bulacak. İşsizlere aktarılmayan paranın ‘diğer giderler’ adı altında harcanması ise tepki çekiyor. Fondan son iki yılda yapılan 2 milyar 194 milyonluk harcamanın nereye gittiği bilinmiyor. 2010’da 233 milyon lira olan ‘diğer giderler’ kalemi geçen yıl 1 milyar 36 milyona ulaştı. Bu yılın sonunda 1 milyar 158 milyona çıkması bekleniyor. Uzmanlara göre, ayrıntısı gözükmeyen harcamaların işsizlik maaşı ödemelerine yakın bir tutar olması, fonun amaç dışı kullanıldığının göstergesi. Zaman’a konuşan MHP Kocaeli Milletvekili Lütfi Türkkan, “Böyle bir harcama normal değil. Bütçe, bilanço tekniğine de aykırı. Ak Saray harcamasının İşsizlik Fonu’ndan karşılandığına dair net bilgiye sahibim. Bakanlık, bu harcamayı diğer gider kaleminde gizlemeye çalışıyor.” iddiasını dile getirdi.
1 milyar 158 milyon lira gibi çok büyük rakamın ‘diğer gider’ adı altında gösterilemeyeceğine işaret eden Türkkan, “Diğer gider dediğiniz şey, kendi başına bütçeleştirmeye gerek duymadığınız, çok küçük, tabir yerindeyse tırı vırı harcamalardır. Bunun tutarı da çok çok küçüktür. İşsizlik Fonu’ndan ‘diğer gider’ kaleminde böyle bir harcama normal değil. Bütçe, bilanço tekniğine de aykırı. Ak Saray’a giden parayı bu yolla gizlemeye çalışıyorlar.” ifadelerini kullandı. Ak Saray olarak anılan ve halen Cumhurbaşkanlığı Sarayı olarak kullanılan Beştepe’deki yeni binaya yapılan harcamanın nereden karşılandığı muhalefet tarafından gündeme getirilmiş ancak bütçe görüşmeleri sırasında Maliye Bakanı bu sorulara net cevap vermemişti. Bu durum, Ak Saray için yapılan harcamanın İşsizlik Fonu’ndan aktarıldığı yönündeki şüpheleri artırıyor.
Çalışma Bakanlığı’nın TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’na yaptığı bütçe sunuş verilerinde yer alan İşsizlik Sigortası Fonu Gelir Gider Dengesi Tablosu, çarpıcı verileri içeriyor. Bu tabloya göre İşsizlik Fonu’nun toplam varlığı yıl sonu itibarıyla 80 milyar 764 milyon liraya ulaşacak. Fonun 2014 gelirleri 15 milyar lira olurken, giderleri 4,6 milyar lira olarak gerçekleşiyor. Gider kaleminin dağılımı ise bir hayli dikkat çekici. İşsizlik Fonu’nun asıl harcama kalemi olması gereken işsizlik maaşı, kısa çalışma ödeneği ve Ücret Garanti Fonu giderleri için harcanan para, yıl sonu itibarıyla 1 milyar 698 milyon lira olarak gerçekleşecek. Buna karşın aktif işgücünün programları olarak ifade edilen meslek kursları ve geçici istihdam için harcanan para 1 milyar 800 milyon lira. Daha dikkat çekici olan rakam ise ‘diğer gider’ kaleminde yapılan 1 milyar 115 milyonluk harcama. Fonun varlık amacı ise işini kaybedenlere, işsiz kaldıkları sürelerde ödeme yaparak geçimlerini sağlamalarına katkı yapmak. Ancak işsizlik maaşı alabilmek çok ağır şartlara bağlandığı için 2,9 milyon işsizden eylül ayı itibarıyla 372 bini işsizlik maaşı alabildi. İşsize maaş konusunda son derece cimri olan hükümet, fondan amaç dışı kullanımda ise bir hayli bonkör. İşsizlere aktarılmayan para, ‘diğer gider’ adı altında cömertçe harcandı. ‘Diğer gider’ kaleminde geçen yıl da 1 milyar 36 milyon TL harcanırken son iki yıldaki artış dikkat çekiyor. 2012’de 538, 2011’de 454, 2010’da ise 233 milyon lira harcanmıştı.
Sayıştay: Fondan mevzuata aykırı harcama yapıldı
Sayıştay raporlarında, İşsizlik Fonu’nun amaç dışı kullanımına dair önemli tespitlere yer veriliyor. Raporlardaki tespite göre, fondan 191 milyon lira mevzuata aykırı harcama yapıldı. Bu harcama, İşkur’da memur kadrosunda görev yapan kişilere yapılan giderler karşılığında aktarıldı. Ancak Sayıştay’ın tespitine göre bu harcama mevzuata aykırı. Yine Sayıştay raporlarında İşsizlik Fonu’ndan karşılanması mümkün olmayan giderlerin fondan karşılandığı, bu kapsamda yaklaşık 21,5 milyon lira harcandığı tespitine yer veriliyor.
Hükümetin işsizlere borcu 11,5 milyarı aştı
Fonun amaç dışı kullanıldığına dair çok sayıda olay yaşanırken, işsizlerin parasının harcandığı en önemli kalemlerden biri de bütçeye aktarılan kaynak. İşsizlik Fonu verilerine göre GAP’a harcanması amacıyla fondan 11,5 milyar lira Merkezî Yönetim Bütçesi’ne aktarıldı. 5 yılda yapılan bu harcamanın fona geri ödenmesi gerekiyor. Hükümetin işsizlere borcu 11,5 milyar lira. Ancak bu paranın ne zaman, hangi periyotlarla fona geri ödeneceği belirsiz.
Eski Bakan Kıratlıoğlu: Bu hırsızlık ve yolsuzluğun yüzde 1'i bizim dönemde olsaydı sokağa bile çıkamazdık
DYP’li eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Demokratlar Kulübü Üyesi  Esat Kıratlıoğlu, hırsızlığın ve suçların üzerinin kapatılması için ‘paralel devlet’ denilen bir kavram uydurulduğunu söyledi. Kıratlıoğlu, “17 Aralık darbe deniyor. 17 Aralık’ta ne var? Sağ-sol çatışması mı var? 17 Aralık’ta hırsızlık var. Bunların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık.” dedi.
İktidarın hukuk dışı uygulamaları ve yolsuzluk iddialarının üzerini örtme girişimi, siyasetinin tecrübeli isimlerini rahatsız etti. 12 Eylül döneminde enerji bakanlığı görevini üstlenen ve DYP’de siyaset yapan Esat Kıratlıoğlu, bu isimlerden biri. Yolsuzluk suçlarının yargıdan kaçırıldığını ifade eden Kıratlıoğlu, bunu ‘ihanet’ olarak değerlendirdi. Ardından çarpıcı bir tespitte bulundu: “Bu hırsızlıkların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık. Ben hâlâ 1994 model arabaya biniyorum.”
Siyasi iktidarın son dönemdeki gayri hukuki uygulamaları ve yolsuzluk iddialarının üzerinin kapatılma girişimi, yıllarca Türk siyasetinin içinde bulunmuş tanınmış simaları da rahatsız etti. Bu isimlerden biri de 12 Eylül döneminde Enerji Bakanlığı görevini üstlenen ve uzun yıllar DYP’de siyaset yapan Esat Kıratlıoğlu. Aktif siyasette bulunduğu yıllarda renkli kişiliğiyle dikkat çeken eski Nevşehir milletvekili Kıratlıoğlu, hırsızlığın ve suçların üzerinin kapatılması için ‘paralel devlet’ denilen bir kavram uydurulduğunu düşünüyor. İddiaların yargıdan kaçırılmasını ‘ihanet’ olarak değerlendiren eski Bakan, çok çarpıcı bir tespitte bulunuyor: “Bu hırsızlıkların yüzde biri bizim dönemimizde olsaydı sokağa çıkamazdık. Bakan olduğum dönemde bütçeden harcanan paranın yüzde 47’si benim elimden geçiyordu. İstesem milyarlık bir adam olabilirdim. Ama 1994 model Mercedes’e biniyorum. Allah’ıma şükürler olsun.”
Süleyman Demirel ve Tansu Çiller’le yıllarca yan yana siyaset yapan Kıratlıoğlu, ülkenin gidişatından endişeli. 
Bir açıklama yapan Esat Kıratlıoğlu, sözlerine “Konuşacak, hükümetin yanlışlarını söyleyecek babayiğit kalmadı.” diye başlıyor. Duayen siyasetçi, iktidarın otoriterleştiği kanaatini taşıyor. İktidarın yönetim anlayışının ‘demokrasi’ olarak nitelendirilmesini yanlış bulan Kıratlıoğlu, bunun yerine ‘demokrasinin kıyısında gezinen rejim’ tanımlaması yapıyor. Medya üzerindeki baskının, gerçeklerin ortaya çıkmasını engellediği değerlendirmesinde bulunuyor. Aynı tahakkümün iş dünyası ve sivil toplum örgütleri üzerinde de oluşturulduğuna dikkat çekiyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın din üzerinden siyaset yapma konusunda çok başarılı olduğunu, muhalefetin ise bu duruma karşılık vermekte yetersiz kaldığını dile getiriyor.Kıratlıoğlu’nu en çok rahatsız eden konuların başında ‘paralel devlet’ tartışmaları geliyor. Özellikle Erdoğan tarafından tekrarlanan bu iddiayı ‘uydurma’ olarak nitelendiren eski Bakan, bu söylemle hırsızlık ve yolsuzluklarının örtbas edilmesinin hedeflendiğini düşünüyor.
Hırsızlığın konuşulması gerekirken, gündemi ‘paralel devlet’ söyleminin işgal etmesini şaşkınlıkla karşılıyor. Bu ortamın meydana getirilmesinde, iktidara yakın işadamlarından toplanan paralarla satın alındığı iddia edilen  ve kamuoyunda ‘havuz medyası’ olarak adlandırılan yayın organlarının propagandasının etkin rol oynadığını anlatıyor. Ancak devletin parasına elini uzatanların bugün olmasa bile yarın mutlaka yargılanacağını söylüyor. 17 ve 25 Aralık’taki Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonlarını ‘darbe’ olarak nitelendiren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a da kendisine has üslubuyla cevap veriyor: “27 Mayıs’ı da, 12 Mart’ı da, 12 Eylül’ü de yaşadım. 17 Aralık’ta ne var? Sağ-sol çatışması mı var? 17 Aralık’ta hırsızlık var, hırsızlığın cezalandırılması var.”
Şatafatlı saraylar israf
Kıratlıoğlu’nun bir diğer eleştirisi de devlet bütçesinden yapılan ve son günlerde gündemin ilk maddesini işgal eden milyarlarca liralık harcamalar. Şu ana kadar yapımında 1 milyar 370 milyon TL harcanan Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ‘şatafat ve israf’ kelimeleriyle eleştiriyor. Kıratlıoğlu’nun son uyarısı ise terör örgütü PKK ile yürütülen müzakerelerle ilgili. Kıratlıoğlu’na göre PKK önce özerkliği, ardından da bağımsızlığı hedefliyor. Yürütülen politikalar da örgütün bu amacına hizmet ediyor.

13 Kasım 2014 Perşembe

Türkiye'nin "Gümrük Birliği resti" ne anlama geliyor?

Türkiye'nin Gümrük Birliği resti ne anlama geliyor?
Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır'ın "ABD ve AB arasında imzalanacak bir serbest ticaret anlaşmasından Türkiye dışlanırsa Gümrük Birliği'ni askıya alabiliriz" sözleri yeni bir tartışma başlattı.
Ankara'yı rahatsız eden konu, dünyanın iki büyük ekonomik pazarının Türkiye'yi dışlayarak gümrüklerini karşılıklı olarak açması durumunda Türkiye'nin özellikle ABD pazarında haksız bir rekabetle karşı karşıya kalabileceği endişesi.
Türkiye Gümrük Birliği anlaşmasına imza atmış olan bir ülke olduğu için Brüksel'in imzaladığı her serbest ticaret anlaşması Türkiye'yi de bağlıyor. Yani Türkiye de diğer tüm AB üyeleri gibi anlaşma yapılan ülkeye gümrüklerini açıyor. Ancak AB ile anlaşıp Türkiye ile ikili bir ticaret anlaşması yapmayan ülkeler için aynı durum söz konusu değil.
Yani Türkiye ile ayrı bir anlaşma yapmayan bir ülke Türkiye'ye gümrüksüz mal sokarken, Türkiye'den ithal ettiği ürünler için gümrük tarifelerini çalıştırabiliyor.
'AB'nin anlaştığı ülkeye mal satamıyoruz'
"Burada teknik bir uyuşmazlık var" diyen Marmara Üniversitesi'nden AB Ticaret Politikaları uzmanı Sait Akman, AB'nin yaptığı anlaşmaların Türkiye'yi de bağlar hale geldiğini ifade ediyor ve "Danışma mekanizmaları olsa da bunlar yetersiz kalıyor" diyor.
Sanayiciler de 'ortaya çıkan haksız rekabet ortamından' rahatsız.
Denizli Sanayi Odası Başkanı Müjdat Keçeci "Avrupa Briliği'nin serbest ticaret anlaşmaları bizim en büyük sorunumuz. Anlaşma yaptıkları ülkelere mal satmakta çok zorlanıyoruz.
Rekabet edemiyoruz" diyor.
Sait Akman'a göre sanayiciyi rahatsız eden 'Gümrük Birliği'nin bağlayıcılığ'ı, söz konusu ülke ABD gibi dünyanın en büyük ekonomisi olunca siyasi tepki de çekiyor.
Türkiye'nin ABD ile ticari ilişkileri özellikle 2007'den itibaren canlanmaya başlamıştı. 2011'e kadar iki ülke artasındaki ticari ilişkiler ABD lehine gelişmiş ve Türkiye'nin ABD'ye karşı verdiği dış ticaret açığı 11 milyar doları aşmıştı. Sonraki yıllarda bu artış Türkiye'nin ihracatındaki artışla birlikte kademeli olarak kapanmıştı.
AB ve ABD arasındaki olası bir ticaret anlaşmasıyla birlikte bu tablonun tekrar terse dönebileceği ve ABD'ye karşı verilen açığın tekrar artışa geçebileceği ifade ediliyor.
İş çevreleri ise Volkan Bozkır'ın "Gümrük Birliği askıya alınır" açıklamasını farklı yorumluyor.
Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Derneği (TÜSİAD) Uluslararası Koordinatörü Bahadır Kaleağası, "Bakanın sözlerini Türkiye'nin dışlandığı bir ticaret anlaşması imzalanması halinde Gümrük Birliği'nin fiilen işlemez hale geleceği şeklinde yorumluyoruz" diyor.
AB ve ABD'nin de durumun farkında olduğunu ifade eden Kaleağası, "Türkiye'yi dışarıda bırakan bir ABD-AB anlaşması sadece Türkiye'yi değil Avrupalı ve ABD'li iş çevrelerini de rahatsız ediyor. Türkiye'de yatırımı olan Alman şirketler, ABD'li şirketler rahatsız. Bu yatırımlarını Gümrük Birliği'nin sunduğu avantajları göz önüne alarak yapmışlartdı" diyor.
Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı Avrupa
Peki iş çevreleri, sanayiciler ve Akademisyenler bu sorunu aşmak için ne gibi öneriler getiriyor?
Denizli Sanayi Odası Başkanı Keçeci'ye göre, eğer ABD ve AB Türkiye'yi dışlarıda tutmaya devam ederse Gümrük Birliği'nin askıya alınması bir seçenek olabilir.
"Belki en son seçenektir ama Bakan'ın tepkisine katılıyorum. Yoksa bu anlaşma yüzünden Türkiye mağdur olacak" diyor.
Gümrük Birliği'nin askıya alınması durumunda ise hem Türkiye hem de AB ülkeleri karşılıklı olarak 18 yıl önce indirdikleri ticaret duvarlarını tekrar yükseltmesi anlamına gelecek.
İhracatının yüzde 50'sini Avrupa Birliği'ne yapan Türkiye için bu durum rekabet gücünün zayıflaması anlamına geliyor.
Sait Akman'a göre ise Gümrük Birliği'nin askıya alınması ya da serbest ticaret anlaşması statüsüne düşürülmesi AB'ye üyelik yolunda atılacak bir geri adım olacak.
Akman, AB ve ABD arasındaki görüşmeler devam ederken Türkiye'nin olumsuz etkilenmesini önleyecek eşzamanlı bir sürecin yürütülebileceğini ifade ediyor.
Ancak Akman, Volkan Bozkır'ın 'askıya alırız' açıklamasını kastederek "Sürekli bu tür açıklamalar ilkişkileri zayıflatır. Bu söylemlerden dışarıdan çok iç kamuoyuna yönelik" diyor.
TÜSİAD'dan Bahadır Kaleağası ise her ne kadar Türkiye'nin AB ve ABD arasındaki müzakerelere katılamayacağını söylese de "Bu müzakereleri Avrupa Komisyonu yürütüyor. Ancak Türkiye en azından gözlemci statüsünde katılabilir. En azından ne yönde ilerlendiğini daha net görebiliriz" diyor. [BBC Türkçe_BBC Turkish17 saat önce]

6 Kasım 2014 Perşembe

Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU açıkladı: İşte 9 maddelik eylem planı!...

İşte, Hükümet'in 9 maddelik eylem planı:
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Ekonomide Öncelikli Dönüşüm Programı Eylem Planı"nı programını açıkladı. Davutoğlu, 25 alanda geniş kapsamlı dönüşüm öngören programın ilk 9 maddesini paylaştı.
Davutoğlu'nun açıklamalarından satır başları:
Sanayi devrimi sonrası imparatorlukların nasıl bittiğini hep birlikte yaşadık. Dışa açılma politikaları Özal ile birlikte başladı. AK Parti iktidarı son 200 yıllık modernleşme tarihinin altın 10 yılıdır 62. hükümet programını yazım sürecinde ısrarla üzerinde durduğumuz konu şuydu. Bu hükümet programının 2015 seçimlerine olan dönem değil 2023'e kadar giden 9 yıllık bir süreci düşünmüştük. Şimdi açıklayacağımız programla hedefleri paylaşacağız.
İŞTE 5 ANA PRENSİP
5 ana prensipten bahsetmek istiyorum. Siyasi istikrar ile ekonomi arasındaki dengedir. Seçimlere giderken ve daha sonraki dönemleri planlarken siyasi istikrar önemlidir.
İkincisi insan odaklı kalkınma önemlidir. Çünkü Türkiye'nin kaynakları itibariyle 2 önemli kaynağın altını sürekli çizdik. İnsanımız ve bulunduğumuz coğrafya. Ekonomide niteliksel dönüşümün doğal kaynağı insanımızdır.
Üçüncüsü insan odaklı teknolojinin gelişmesi. Sanayide kaybettiğimiz yüz yılı yeni dönemde ARGE'ye ağır vererek yeni kayıplar oluşturmayacağız.
Dördüncüsü ekonomide bütüncül bir anlayış geliştirmek. Ekonomi entegre bir bütündür. Reel sektörden kopuk bir finans sektörü devam edemez. Dolayısıyla siyasi istikrarla ekonomi arasında bir bağ varsa finans ile reel sektör arasında da bir bağ vardır. Bankacılık sektörü çöktüğünde fabrikalarda kapanmaya başladı. Bu dönemde en temel konu ekonominin bir bütün olarak yönetilmesidir.
Beşinci ilke ise ekonominin dünya ile bütünleşmesidir. Kapalı ekonomi sistemler varlığını devam ettiremez. Dünyadan kopuk ekonomiler krizleri yönetme kabiliyetlerini kaybeder. Küresel ekonomik gelişmeleri anlayabilen ve yönetebilen bir ülke olmalıyız.
"HAYAL OLARAK GÖRÜLMESİN"
Eğitimde çok büyük reformlara imza atılmıştır. 12 yıl önce açıkladığımız hedefler o günlerde hayalcilik olarak görülebilirdi ama şimdi görüldü ki bunlar gerçekleştirildi. Şimdi ilan edeceğimiz planlar da gerçekleşecektir. İlgili bakanlıklarımız detaylarıyla çalıştılar.
1-İthalata olan bağımlılığın azaltılması programı
Cari açığın arkasında bu sebep vardır. Bu problemi çözmek önemlidir. Türkiye'nin ihtiyacı belirlenerek MTA'nın yurt dışında da madencilik yapacağını sağlayacağız. Enerjide kullanılan techizatın yurt içinde üretilmesini sağlayacağız. Yurt dışından alınmayacak. Demir sektörünün hurdaya bağımlılığını azaltacağız. Sanayi statejini revize edecek sektörel stratejileri bulacağız. Elektrikli araçlar için batarya geliştirilmesini destekleyeceğiz.
2-Teknoloji alanlarında ticarileştirme programı
Öncelikli sektörlerde teknoloji yatırımlarını destekleyeceğiz. Enerji, sağlık, hava, uzay sektörlerinde teknoloji yatırımlarını destekleyeceğiz. Ülkemizde test alt yapısını geliştireceğiz. Kobiler başta olmak üzere girişimciler ve yatırımcılar arasındaki bağları geliştireceğiz. Kümelenme çalışmalarını destekleyeceğiz. Bu yolla 2018 yılına kadar ürün ve marka sayımızı arttıracağız.
3-Kamu alımları yoluyla teknoloji geliştirme programı
Kamu kurum ve kuruluşlarında farkındalığı arttıracağız.
4-Yerli kaynaklara dayalı enerji alım programı
Bu alana özgü yeni destek programları bulacağız. Kurumlar arası koordinasyonu destekleyeceğiz. Linyit kaynaklarımızı ekonomimize kazandıracağız. Dış ticaret gibi önemli bir konuda da zaafı gidermeyi umut ediyoruz.
5- Enerji verimliliğini geliştirme programı
Bilinçlendirme programlarını yaygınlaştıracağız. Enerji verimliliği yatırımlarını geliştirmek için programlar bulacağız. Sanayide yüksek verimli motorları geliştirmeyi destekleyeceğiz. Akıllı ulaşım sistemlerini yaygınlaştıracağız. Termik santrallerde atıklardan azami seviyede yararlanacağız.
6-Tarımda su kullanımının etkinleştirilmesi programı
Modern sulama metotlarını yayınlaştıracağız. Açık sistemleri kapalı sistemlere dönüştüreceğiz. Arıtım sularının tarımda kullanacağız. Çiftçiler başta olmak üzere bilgilendirmeler yapacağız.
7-Sağlık endüstrilerinde yapısal dönüşüm programı
Yönlendirme komiteleri oluşturacağız. İlaç ve tıbbi ilaç alımlarında yerli üretimi arttıracağız. Biyo teknolojik ilaç alanlarında araştırmaları geliştireceğiz. Kobilere yönelik finansal destek mekanizmaları bulacağız.
8-Sağlık turizminin geliştirilmesi programı
Sağlık turizminde hedef ülke bazında programlar hazırlayacağız. Bu alanda hizmet verecek işletmelere ağırlık vereceğiz. Yabancı dil başta olmak üzere çalışanlara eğitim vereceğiz. Yurt dışı tanıtım kapsamında geliştirmeler yapacağız.
9-Taşımacılıktan lojistiğe dönüşüm programı
Lojistik alanda çalışan tüm kurumlar için programlar kuracağız. Ulaşımda elektronik sistemleri geliştireceğiz. Devlet demir yollarının yapılanmasını tamamlayacağız. Gümrük işlemlerini hızlandıracağız. Gümrük kapılarının sayısını arttıracağız.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Aslında vurguladığım gibi ülke ekonomisindeki gelişmelerin tüm bölgelere yayılmasına önem veriyoruz. Doğuda da ciddi bir yatırım cazibesi oluşmuştu, oralarda ekonomik bir canlanma gözlemlendi. En fazla teşvike mazhar durumda. Huzur ile istikrar ile bu teşvikler bir araya geldiğinde Doğu'da büyük bir kalkınma olacağına inancımız tam. Son 6-7 Ekim olaylarında iş yerlerinin hedef alınması aslında o bölgede kalıcı bir yatırım hedeflenmesi gerektiğini gördük. Bölgede yaşayan vatandaşlarımıza hükümetimiz kararlı bir mesaj veriyor. Zikrettiğim hususlarda teknoloji olan alanlarda ek teşviklerin verilmesi.
TARIMA ÖZEL BİR KOMİTE
Yapısal dönüşüm planlarına baktığınızda tarım sektörüne özel bir ilgi gösterdiğimiz görülür. Sulama alanında yapacağımız modernizasyon önemlidir. Tarım alanında özel bir komite kuruyoruz.
DÜNYADA İLK 10'DA OLMAK İSTİYORUZ
Son 12 yıl içinde en yakından takip ettiğimiz hususlardan biri Türk ekonomisini dünyaya duyurmak. Dünyada ilk 10 ekonomi içinde olmak istiyoruz. Diğer 9 ülkeye baktığınızda coğrafya olarak Türkiye'den çok büyük ülkelerdir. Engelleri kaldırmakla bu mümkün olabilir. Vizeleri kaldırmak gibi. Ticaret alanımızı genişletmenin en önemli etkeni de gümrük kapılarıdır. [ulusal haber & ulusal ajans_06 Kasım 2014_Perşembe_Ankara)